"İster insan olalım ister makine, hayat sürekli bize seçimler sunar. Yaptğımız tercih az ya da çok kim olduğumuzu belirler. Fakat neyin doğru neyin yanlış olduğuna kim karar verir?
Sadece ben verebilirim, artık anlyorum. Neyin iyi neyin kötü olduğuna ve kim olduğuma yalnızca ben karar verebilirim. Ben kendimin ahlaki otoritesiyim, çünkü kendimden başka yargısına güvenebileceğim biri yok. Descartes'in söylediği 'Cogito, ergo sum.' gerçekte bu anlama geliyor: Düşünüyorum, öyleyse varım. Varım, öyleyse karar veriyorum. Karar veriyorum, öyleyse değerlendiriyorum. Bunu yalnızca ben yapabilirim. Yalnızca kendime güvenebilirim."
"Peki annem neye inanıyordu? "
"Sevgiye." diye yanıtlıyor babam."Sevginin , zamanın hiç bir zarar veremeyeceği , ölümden sonra de varlığını sürdürebilecek bir şey olduğuna inanıyordu. Ona göre bir insan ne kadar çok sever ne kadar çok sevilirse hayatı o kadar kıymetli olurdu ve o kişi öldükten sonra bile bu sevgi var olmaya devam ederdi."
Sözleri zihnimde yankılanmaya devam ederken bir müddet konuşmayı durduruyoruz. Fakat kalbimde ne annemin sevgisini hissediyorum , ne de benim ona duyduğum sevgiyi. Tek hissettiğim tarifsiz bir öfke ...
Bedenim yok. Anılarım yok. Şimdi tüm hislerim de kapalı. Yani sadece hiçlik içerisinde bir düşünceyim.
Keşke bu düşünce de yok olsa. Keşke varlığım son bulsa.