Bir gerçeğin farkına varmamızı istiyordu Adorno. Kendimizi aldatmanın hiçbir gereği yoktu, içinde yer aldığımız toplumsal hayat nedeniyle yaşamak ya da en azından kendisine bulaşmak zorunda olduğumuz bir yaşamdı "yanlış yaşam"
Schiller söylemişti : “Gerçeği aşmaya yüreklilik göstermeyen, hiçbir zaman, doğruyu elde edemez.” Gerçeğin karanlığı, üzerine ancak kurtarılışın ışığı düştüğünde aydınlanacaktır.
Bu çağ, sözün hiçbir kıymetinin kalmadığı bir çağ oldu; konuşurken fikir görünümünde gürültü üretmeyip dünyaya seslenen kısıtlı sayıdaki insanını görmezden geldi; güç bela çıkabilmiş en gür sesleri, kahredici bir eylemsizlik içinde boğdu.
Hayatımızın değersizleşmesi karşısında önerilerinin ne kadar gülünçleştiğini görmüyorlar. İnsan mecbur kılındığı beş para etmez hayatı yaşamaktansa, her bakımdan kendini daha iyi, daha güçlü hissedeceği bir hayat sürse, mutlaka mutlu olurdu.
Bu toplum “gösteri toplumu”dur. Bu toplumda ekonomiden medyaya, sanattan siyasete kadar her alan “gösteri”nin bir parçasına dönüşmüştür. Gösteri ve eğlence, bu toplumun esas üretimidir.
Roland Barthes, edebiyat için söylüyordu. “Artık süslerini değil, kendi postunu savunuyor.” diye. Akıl da öyle; o da çağın bir yığın ayıbı karşısında postunu savunuyor bugün -süslerinden çoktan vazgeçti.-