Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Bir Gün Bir Gün

Akın Art

Bir Gün Bir Gün Sözleri ve Alıntıları

Bir Gün Bir Gün sözleri ve alıntılarını, Bir Gün Bir Gün kitap alıntılarını, Bir Gün Bir Gün en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Özgürlük gaz bulutları arasında soluk alıp verirken, türkiye sokakta güzelleşiyor...
Doğalında öyle olan, gündelik hayata dair şeylerin aslında öyle olmaması gerektiği düşüncesine kapıldın mı hiç? Ne bileyim; gökyüzü aslında mavi olmamalıymış gibi ya da yaprakların çoğunlukla yeşil olmasında bir gariplik varmış gibi hissettin mi?
Reklam
Ama geçer, oturur o denizin kıyısına biraz soluklanırım. Ağrı yavaş yavaş huzurlu bir uyuşma hissine dönüşmeye başlar. Uyuşma hissi belki gözlerimin daha kolay dolmasına sebep olur. Ağlamamak için susmama, seni korkuttuğunu söylediğin suskun ve uzun bakışlarımı olabilecek en uzak yerlere, “lacivert ülkelere” dikmeme sebep olur. Gitmeyi düşünürüm, buralardan. Sonra gidemem. Kalırım.
Önce kendi hayatımızın içerisinde kitaplardan okuduğumuz hikâyeleri, sonra kitaplarda okuduğumuz hikâyelerde kendi hayatlarımızı arıyoruz. Ne kadar ilginç değil mi? Sanki şeyler yalnızca dile geldiğinde, bir dramatik kurgunun parçası olduklarında gerçeklik kazanıyorlar. Ezgi’yi bu kadar anlatmasaydım, şiirler yazmasaydım, kitaplarda, şarkılarda adını aramasaydım içimde yarattığı boşluk bu kadar büyük olur muydu?
O gece ya da sabah eve kendimi güç bela attım. Bir gecede onlarca yere gidip gelmek bir yandan beni ayıltmış, bir yandan da gerçeklik algımı sarsmıştı. Yorulmuştum. Kendimi yatağa nasıl attığımı hatırlamıyorum. Uyandığımda telefonumun ekranında şöyle bir Whatsapp bildirimi buldum: “Cemil Faruk sizi İttihad-ı Kadıköy grubuna ekledi.”
Benzetme yapmayı çok severim. Sahiden. ‘Teşbih’ sözcüğünün tınısını sevmemin de payı olabilir bunda. Peki, geleceği neye benzetirim biliyor musun? Yağmura: Bir tempo ile yağar. Penceremize vurur. Manzaramızı bulanıklaştırır. Biz ise oturup sesini dinleriz. Dışarı çıkma planlarımızı erteler, ıslanmamak için elimizden geleni yaparız.
Reklam
(...)Tüm bu öfkemi dışavurmak için yazmak istediğime karar vermiştim. Şaşırmazsın sanırım, önce öykü yazmaya çalıştım. Yaşıtlarımın çoğu gibi. Eminim sen de denemişsindir. Hepimizin, samimi olduğu insanlara en büyük sırrını verir gibi anlattığı öykü taslakları vardır.
(...)Bir ıslığın peşinden gitmek güzeldir, dalga seslerini yakından duymak için denize yaklaşmak da. Dalga seslerini duymak, denizi göremesen bile onun serinliğini duymanı sağlar. Bazı sesler, tınılar… Ama sosyal bilimlerde ve felsefede büyülü sözcüklerin, edebiyattan farklı olarak, bir anlamı olması gerekir. Değil mi?
Neden edebiyat konusunda bu kadar “üretken” bir kuşağız diye düşündün mü hiç? Ben düşündüm. Hikayeler dinleyerek büyüyor, bir hikayemiz olmadan ölmekten korkuyoruz.
(...)Sevdiği kadının ölmesi üzerine yeraltı dünyasına giden Orpheus yeraltı dünyasının tanrısıyla bir anlaşma yapar. Anlaşmaya göre Orpheus’un sevgilisinin ölüler diyarından çıkması, yeniden hayata dönmesi mümkündür. Yeraltı dünyasından beraber çıkmalarına izin verilmiştir. Ancak bir şartla: Orpheus yeryüzüne varıncaya kadar arkasına dönüp de sevgilisine bakmayacaktır. Tünelin sonu yavaş yavaş gözükmeye başlar. Ama kahramanımız kandırıldığı paranoyasına kapılıp. Sevgilisinin gerçekten arkasında olup olmadığından şüphe etmeye başlar. Merakına yenik düşüp arkasını döndüğü anda sevgilisi içinde bulundukları tünelin karanlıklarına doğru çekilerek ortadan kaybolur. Kafamı kaldırdığım an Ezgi denizin içerisinde yavaş yavaş kaybolacaktı. Ben de sabırsızlığımın cezasını bir ömür ondan uzak kalarak ödeyecektim.
Reklam
Hayatı mekânsal kesintilerle dolu kişilerde bir süre sonra bu kesintiler bellek kesintilerine de dönüşüyor. Mekânsal kesinti ne kadar erken yaşta yaşanırsa bellekteki kesintinin boyutu da o kadar büyük oluyor.
Bir de sürekli günümüz romanındaki karakter inşasının eleştirilmesini anlamıyorum. On dokuzuncu yüzyılın ve yirminci yüzyılın bir kısmının siyasi romanlarındaki karakter inşasını temel alarak günümüzün karakter inşasını nasıl eleştirirz? Romandaki karakter inşasından bahsetmiyorum sadece. İnsanların gerçek hayatta kendi karakterlerini nasıl inşa ettiğinden bahsediyorum. Hani ‘gerçekçi’yiz ya.
(...)Yeşilin kaç tonu var? Bilmiyorum. Ara renklerin isimlerini hatırlamak konusunda pek iyi olduğum söylenemez. Ama adını bilmediğim onlarca tonu var yeşilin. Nisan’ın on sekizi yeşili. Mayıs’ın beşi yeşili. Temmuz’un yirmi yedisi yeşili… Adını bilmiyor olmam ya da adının henüz konmamış olması bu renklerin olmadığı anlamına gelmiyor ya. Bir gün bu düşüncemden Tugay’a bahsetmiştim. O, dil, gerçeklik ve post yapısalcılık kolun uzun, sıkıcı bir nutku kararlılıkla sürdürürken, ben oturduğumuz bahçedeki renk değişimlerinin boyutlarını kavramaya çalışıyordum. Onun oturduğumuz yerin gerçek güzelliğinden değil de, o yerin güzelliği ile belli referanslar arasında bağlantı kurabilmiş olmaktan heyecanlanmasına hâlâ şaşırıyorum. Yine de gördüğüm “homo-academicus” türleri içerisinde en naif ve zararsız olan Tugay’dır sanırım. Bizimkiler pek sevmez, bilirsin. Ama iyidir. Hele bizim bölümün kalanını düşününce…
(...)Kendimi küçücük bir merminin, içi görkemli fikirlerle dolu olsa bile, bir kafayı rahatlıkla parçalayabildiği gerçeğine, sonbahara ve artık büyüdüğüm fikrine alıştırıyordum.
Oysa asıl devrimci olan sanatçının kendi toplumu ile hesaplaşmasıdır. Hem de sert bir şekilde. Ortaya çıkan tablonun umutlu veya umutsuz olmasi değil, sarsıcı olmasıdır mühim olan. Umut yaratmak siyasetin işi. Siyaset elbette dünyayı değiştirme mücadelesinin en önemli kurumu. Ancak hem kendi işlerini diğer pratikleri (mesela sanati) kişiliksizleştirmek pahasına kontrol altına almaya çalışıyor, hem de kendi görevi olan şeyleri bu pratiklerin üzerine yıkıyor.
48 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.