Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Bir Gün Bir Gün

Akın Art

Bir Gün Bir Gün Gönderileri

Bir Gün Bir Gün kitaplarını, Bir Gün Bir Gün sözleri ve alıntılarını, Bir Gün Bir Gün yazarlarını, Bir Gün Bir Gün yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Neden edebiyat konusunda bu kadar “üretken” bir kuşağız diye düşündün mü hiç? Ben düşündüm. Hikayeler dinleyerek büyüyor, bir hikayemiz olmadan ölmekten korkuyoruz.
80 syf.
5/10 puan verdi
·
21 saatte okudu
Gerçekten Gezi'de Miyiz?
Bu kitap bir kitabevinde tarafından bana birkaç yıl öncesinde hediye olarak gönderilmişti. O zamanlar okuma fırsatı bulamayıp kitaplığımın bir köşesine yerleştirivermişim. Birkaç gün önce kitaplığımı düzenlerken karşılaştım kendisiyle ve merak içerisinde hemencecik elime alıverdim. Gezi üzerine hiçbir kitap okumadığım için çok heyecanlı ve meraklıydım. Kitap yazarın kendisiyle -ya da benim öyle sanmam- konuşması ile başladı. Geçmişi, üniversite yıllarını anlatmaya başladı birden okuyucuya. Kendisinden bahsetti bol bol, yaşadıklarından, düşüncelerinden... Bir ara kitabın çok kısa olmasına rağmen anlattıklarını yoğunlaştıran cümleler kullandığını düşünmeye başladım. Beni içine çekiyor daha sonra fırlatıyordu kendi hayatıma. Bazen bu durum o kadar sık yaşanıyordu ki paragrafın ortasında bir bakmışım kovulmuşum. Tekrar dön başa bu sefer içinde kalmayı umarak okumaya çalışıyordum. Akıcı ve merak uyandırıcı olmasını beklediğim bu kitaptan yavaş yavaş umudumu kesmeye başladım. Konusu ve anlatma tarzı bakımından güzel planlanmış bir kitap olmasına rağmen yazarın kalemi ve birkaç hata sayesinde benim içi hayalkırıklığına neden oldu.
Bir Gün Bir Gün
Bir Gün Bir GünAkın Art · Ve Yayınevi · 20195 okunma
Reklam
Oysa asıl devrimci olan sanatçının kendi toplumu ile hesaplaşmasıdır. Hem de sert bir şekilde. Ortaya çıkan tablonun umutlu veya umutsuz olmasi değil, sarsıcı olmasıdır mühim olan. Umut yaratmak siyasetin işi. Siyaset elbette dünyayı değiştirme mücadelesinin en önemli kurumu. Ancak hem kendi işlerini diğer pratikleri (mesela sanati) kişiliksizleştirmek pahasına kontrol altına almaya çalışıyor, hem de kendi görevi olan şeyleri bu pratiklerin üzerine yıkıyor.
Ama geçer, oturur o denizin kıyısına biraz soluklanırım. Ağrı yavaş yavaş huzurlu bir uyuşma hissine dönüşmeye başlar. Uyuşma hissi belki gözlerimin daha kolay dolmasına sebep olur. Ağlamamak için susmama, seni korkuttuğunu söylediğin suskun ve uzun bakışlarımı olabilecek en uzak yerlere, “lacivert ülkelere” dikmeme sebep olur. Gitmeyi düşünürüm, buralardan. Sonra gidemem. Kalırım.
Güncel olan her yazara, her yönetmene çok sert ama hep aynı eleştiriyi yapıyoruz. Güncel yazarlarda güncellik dışında her şeyi arıyoruz. O yüzden pek bir şey bulamıyoruz. Ben de kültür sanat ortamımızın çok parlak olduğu kanısında değilim. Okuduğum ve sevdiğim yazar sayısı iki elin parmaklarını belki geçer, belki geçmez. Ama bugünün vasatlığını
Neden edebiyat konusunda bu kadar “üretken” bir kuşağız diye düşündün mü hiç? Ben düşündüm. Hikâyeler dinleyerek büyüyor, bir hikâyemiz olmadan ölmekten korkuyoruz. Abartıyor muyum dersin? Evet, belki o kadar da özgün değil bu. Tüm kuşaklardan bireyler için geçerli. Ama büyük bir farkla. İnsanlık tarihinin hem en uzun hem de en kısa yüzyılının öyküsü sonra ererken dünyaya geldik. Şimdi ise ufku yirminci yüzyılın günahlarını çıkarmakla sınırlı olan 2000’lerde ilk gençliğimizi yaşıyoruz. Yaşça “büyüğümüz” diyebileceğimiz herkesten Aşırılıklar Çağı’nın öykülerini dinledik. Bu yüzden, kendi sıradan hikâyelerimizin içinde özgün bir şey bulmak bizi heyecanlandırıyor.
Reklam
“Muhafazakâr kesimleri bu taş kafalılığa tercih ederim. İrtica tehlikesi sözünü ellerinden al, cümle kuramazlar. Homo Kemalizmus diyorum ben bu tiplere. İrtica tehlikesiymiş. Herifler çok şükür bugün de şeriat gelmeli diye yaşıyor. Ahahahahaaha.”
(...)Tüm bu öfkemi dışavurmak için yazmak istediğime karar vermiştim. Şaşırmazsın sanırım, önce öykü yazmaya çalıştım. Yaşıtlarımın çoğu gibi. Eminim sen de denemişsindir. Hepimizin, samimi olduğu insanlara en büyük sırrını verir gibi anlattığı öykü taslakları vardır.
(...)Bir ıslığın peşinden gitmek güzeldir, dalga seslerini yakından duymak için denize yaklaşmak da. Dalga seslerini duymak, denizi göremesen bile onun serinliğini duymanı sağlar. Bazı sesler, tınılar… Ama sosyal bilimlerde ve felsefede büyülü sözcüklerin, edebiyattan farklı olarak, bir anlamı olması gerekir. Değil mi?
(...)Sevdiği kadının ölmesi üzerine yeraltı dünyasına giden Orpheus yeraltı dünyasının tanrısıyla bir anlaşma yapar. Anlaşmaya göre Orpheus’un sevgilisinin ölüler diyarından çıkması, yeniden hayata dönmesi mümkündür. Yeraltı dünyasından beraber çıkmalarına izin verilmiştir. Ancak bir şartla: Orpheus yeryüzüne varıncaya kadar arkasına dönüp de sevgilisine bakmayacaktır. Tünelin sonu yavaş yavaş gözükmeye başlar. Ama kahramanımız kandırıldığı paranoyasına kapılıp. Sevgilisinin gerçekten arkasında olup olmadığından şüphe etmeye başlar. Merakına yenik düşüp arkasını döndüğü anda sevgilisi içinde bulundukları tünelin karanlıklarına doğru çekilerek ortadan kaybolur. Kafamı kaldırdığım an Ezgi denizin içerisinde yavaş yavaş kaybolacaktı. Ben de sabırsızlığımın cezasını bir ömür ondan uzak kalarak ödeyecektim.
Reklam
31 Mart’tan sonra Abdülhamid’in makamına “Bizler Meclis-i Mebusan’dan geliyoruz. Fetva-i Şerif var. Millet sizi hal etti,” diye girmenin coşkusundan, Mahmut Şevket Paşa’nın Hareket Ordusu İstanbul’a doğru yola çıkmadan önce yaptığı konuşmanın benzersizliğinden, konuşmadan karşılıklı spot cümleler çıkararak konuşuyorduk. İttihat Terakki yöneticileri ile birlikte Almanya’ya kaçacakken son anda İstanbul’da kalması gereken Mithat Şükrü’nü sisli bir İstanbul akşamında, arkadaşlarının kayığını gözden kaybolana kadar izlemesini anlatırken “Angelopulos yaşasa, filmini falan geçtim, sadece şu sahneyi çekse bana yeter” dedikten sonra duraksadı Cemil. İkimiz de hipnotize olmuş gibiydik. Bir farkla. Kendi çocukluğumuzu yerine yaşadığımız toprakların çocukluk günlerine dönmüştük. Bak Freud yok, dedi. Unutma!
(...)Yeşilin kaç tonu var? Bilmiyorum. Ara renklerin isimlerini hatırlamak konusunda pek iyi olduğum söylenemez. Ama adını bilmediğim onlarca tonu var yeşilin. Nisan’ın on sekizi yeşili. Mayıs’ın beşi yeşili. Temmuz’un yirmi yedisi yeşili… Adını bilmiyor olmam ya da adının henüz konmamış olması bu renklerin olmadığı anlamına gelmiyor ya. Bir gün bu düşüncemden Tugay’a bahsetmiştim. O, dil, gerçeklik ve post yapısalcılık kolun uzun, sıkıcı bir nutku kararlılıkla sürdürürken, ben oturduğumuz bahçedeki renk değişimlerinin boyutlarını kavramaya çalışıyordum. Onun oturduğumuz yerin gerçek güzelliğinden değil de, o yerin güzelliği ile belli referanslar arasında bağlantı kurabilmiş olmaktan heyecanlanmasına hâlâ şaşırıyorum. Yine de gördüğüm “homo-academicus” türleri içerisinde en naif ve zararsız olan Tugay’dır sanırım. Bizimkiler pek sevmez, bilirsin. Ama iyidir. Hele bizim bölümün kalanını düşününce…
Bir de sürekli günümüz romanındaki karakter inşasının eleştirilmesini anlamıyorum. On dokuzuncu yüzyılın ve yirminci yüzyılın bir kısmının siyasi romanlarındaki karakter inşasını temel alarak günümüzün karakter inşasını nasıl eleştirirz? Romandaki karakter inşasından bahsetmiyorum sadece. İnsanların gerçek hayatta kendi karakterlerini nasıl inşa ettiğinden bahsediyorum. Hani ‘gerçekçi’yiz ya.
(...)Kendimi küçücük bir merminin, içi görkemli fikirlerle dolu olsa bile, bir kafayı rahatlıkla parçalayabildiği gerçeğine, sonbahara ve artık büyüdüğüm fikrine alıştırıyordum.
Yeni bir şehre taşındığında öncesizlik hissi insanı esir alıyor. Sanki bütün hayatın boyunca bu “yeni” şehirde yaşamışsın ve kalan tüm hatıralar birer rüya imiş hissi… Ciddi bir kesinti. Bu kesinti sebebiyle bir dönemin yaşanmışlıkları mekânsız kalıyor. Dolayısıyla gerçekdışı hale geliyor. Terk ettiğin mekâna geri dönmek ise, belleği sen farkında olmadan esir alan bu alışılmışlıktan kurtarıyor. Bir zamanlar kaybettiğin bir eşyayı bulmanın sevinci gibi. Bir yandan da onu şimdi nereye koyacağını bilememenin yarattığı kafa karışıklığı, ne işe yaradığını unutmanın tedirginliği. Hafızada yer açmak için başka eşyaların yerini değiştirmek, bir kısmını atmak gerekiyor belki de.
49 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.