Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Bir İmparatorluğun Ölümü 1908- 1923

François Georgeon

Bir İmparatorluğun Ölümü 1908- 1923 Gönderileri

Bir İmparatorluğun Ölümü 1908- 1923 kitaplarını, Bir İmparatorluğun Ölümü 1908- 1923 sözleri ve alıntılarını, Bir İmparatorluğun Ölümü 1908- 1923 yazarlarını, Bir İmparatorluğun Ölümü 1908- 1923 yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ne var ki, Abdülhamit döneminin ahlakçılığı, daha dar davranış kurallarını dayatmanın arkasındaydı onlara. Böylece 1901 tarihli bir nizamname, kadınların, Avrupalı dükkanlara uğramalarını önlüyor ve arabada bile peçe takmaya zorluyordu onları; çarşafların uzunluğu ve kalınlığı ile giyecekleri ayakkabıların tipi ayrıntılı biçimde düzenleniyordu; sokağa, yanında biri olmadan çıkmayı göze alan kadınlar tutuklanacaklardı.
Sayfa 21 - CumhuriyetKitabı okudu
Avrupa'daki sürgün yıllarında, Jön Türkler, Avrupa adetlerini görüp tanıdıktan sonra, kendi toplumlarındaki kadının durumu üzerinde çok düşünmüşlerdi: İçlerinden kimileri, kadının kurtuluşunun, Osmanlı Devleti'nin ilerlemesinde bir anahtar olduğu görüşündeydiler; bir bütün olarak ise, Osmanlı kadınının, eğitimin ilerlemesi sayesinde, Batılı kadının örneğine göre gelişmesini görme dileğindeydiler.
Reklam
Pek uzun süre Abdülhamit cenderesi içinde kalmış sosyal güçler özgürlüğe kavuşmuşlardı birden. Osmanlı toplumu, tarihinde ilk kez olarak, söz, basın, toplantı özgürlüğünü keşfediyordu. "Hürriyet", bütün sorunları çözecek ve bütün arzuları doyuracak, bir büyülü kelime olmuştu. "Hürriyet sarhoşluğu", taşkınlıklara, disiplinsizlik ve anarşi gösterilerine, vergi ödemeyi reddetmeye yol açtı. Görevliler, dairenin yolunu tutmak istemiyorlardı artık, öğrenciler de okulun ...
Fiyatlar yükselmişti İstanbul 'da, 1900 ile 1908 yılları arasında, bir okka (1.3 kg) buğday 34 paradan 54 paraya (40 para=1 kuruş); bir kile (37 litre) arpa 12 kuruştan 19 kuruşa çıkmıştı. Bu enflasyon, ücretlilerin, memur ve müstahdemlerle aşağı halktan insanların durumunu daha kararsız ve güvensiz kılarken, ticaret ve alışverişi de destekliyordu.
Ayaklananların arkasındaki ipleri kim çekmişti? Abdülhamit mi? Gerçekten, görünüşe bakılırsa, sultan ayaklanmanın kışkırtıcısı değildi; ancak, bir kez patlak verdiğinde de, ondan bir şeyler elde etmeye kalktı ve buna bakıp, Jön Türkler onu sorumlu tutacaklardır olaydan ve Yıldız'daki despottan sonunda yakalarını sıyırabilmenin alabildiğine hoşnutluğunu duyacaklardır. İngiltere miydi perde arkasındaki? Jön Türklerle arası soğuk olan İngilizler, muhalefeti desteklemişlerdi hiç kuşkusuz. Ne var ki, muhalefet cephesinde aramalı gerçek sorumluları!
12 Nisan 1909'u 13 Nisan'a bağlayan gece, Türkiye'de "Otuz bir Mart Vakası" diye adlandırılan ayaklanma patlak verdi (2). İstanbul 'da yerleşen ve derneğin propagandasının alabildiğine işlediği 1. Ordu'nun askerleri, çoğu diplomalı (mektepli) subaylarının silahlarını ellerinden alırlar; kente yayılarak, Galata Köprüsü'nü aşıp, Parlamento'nun karşısındaki Sultanahmet Alanı'nda toplaşırlar. 13 Nisan günü boyunca, başka birliklerden olanlar, din adamları ve medrese öğrencileri gelip katılır kendilerine. Osmanlı tarihinde, askerle din adamları, iktidara karşı ayaklanmada dirsek dirseğedirler bir kez daha: Şeriata sıkı sıkıya uyulmasını; Harbiye Nazırı'nın ve Jön Türklerin dinsizliğinin simgesi olan Mebusan Meclisi Başkanı Ahmet Rıza Bey'in görevden ayrılmasını isterler. (2) Julien takvimindeki 31 Mart'tır bu.
Reklam
Nisan (1909) ayının başlarında, gericiliğin güçleri örgütlendiler. Kıbrıs kökenli bir Bektaşi dervişinin, Vahdeti 'nin aylar öncesi kurduğu lttihad-ı Muhammedi Cemiyeti (İslam Birliği Derneği), ikinci sıradan ulemayı yeniden bir araya getiriyordu. "Enternasyonalist" havalı, bir tür misyoner örgütlenişti bu ve halka seslenen bir İslamı dile getiriyordu. Volkan adlı gazetesi, ülkeyi uçuruma götürmekte olan "bir avuç Allahsız"a karşı korkunç eleştirilerde bulunuyordu aylardır. Dernek, programını açıklamak için, Peygamberin doğum günü olan 5 Nisan'ı seçti; program, İttihatçıların laik ve Batıcı eğilimlerinin tersine, İslam ülküsüne çağrıda bulunuyordu.
Güvendikleri adamın işbaşından uzaklaştırılmış olmasına iyi gözle bakmayan İngilizler, bu şiddetli saldırıları destekliyorlardı. İngiliz elçiliğinin baş tercümanı Fitzmaurice, İstanbul 'daki İngiliz gazetesi olan Levanı Herald aracılığıyla, korkunç eleştirilerle yüklü bir kampanya sürdürüyordu İttihatçılara.karşı.
7 Ekim'den (1908) başlayarak, Kör Ali adlı bir hocanın yönlendirdiği bir kalabalık, Saray'a gidip sultandan şeriatı geri getirmesini istedi. Jön Türklere karşı propaganda boşalıyordu. Şeyhülislam ile yüksek düzeyde ulema, başından beri rejimi desteklese de, dinsel kademenin -daha tutucu olan- aşağı sıralarında, imparatorluğun yeni felaketlerinden anayasa sorumlu tutuluyor; özgürlük ve eşitlik, yabancı, tehlikeli kavramlar olarak görülüyor; Jön Türklerden bilinen modern örfler horlanıp aşağılanıyordu.
Parlamento, 17 Aralık 1908 günü, büyük bir törenle açıldı. Açış söylevinde, Abdülhamit, anayasaya bağlılığını yeniden belirtti: Halkın eğitim düzeyinin yükseldiği bugünkü durumda, anayasanın tekrar yürürlüğe konmasına hiçbir engel kalmamıştı, diyordu konuşmasında.
Reklam
Sait Paşa, komiteye daha iyi karşı çıkabilmek amacıyla, iki nazırlığın, Harbiye ve Bahriye nazırlıklarının seçimini sultana bıraktı. Pek büyük bir şey öne sürülmüştü kumarda: Orduyu denetleyecek olan, gücü hatırı sayılır ölçüde genç subaylara dayanan Jön Türk hareketini de yola getirebilecekti aynı zamanda. Sait Paşa, güç denemesinde başarısızlığa uğradı ve görevden ayrılmak zorunda kaldı.
Sultanın, İzzet Paşa ya da Ebülhüda gibi, despotizmle en çok uzlaşmış yakınları kaçmıştı ya da içeri atılmıştı. Y ıldız'daki "gizli eller", dağıtılmış bulunuyordu. Gizli polis örgütüne son verilmiş ve hafiye şebekesi yok edilmişti. Bir genel af çıkarılmıştı 27 Temmuz günü: Keyfiliğin ve jurnalcıların kurbanlarından başka, adi suçlardan bir bin kadar mahkfun yararlanıyordu bundan. Yüzlerce siyasal mahkkum yurduna yuvasına dönüyordu ve Prens Sabahattin Bey gibi, kimi zaman pek büyük coşku gösterileriyle karşılanıyordu bunlar. Sansürden kurtulmuş gazeteler çoğalıyordu; kamuoyu, ülkenin siyasal yaşamına giriyordu.
Fransız Devrimi nasıl Bastille'in alınışından ibaret değilse, Türk Devrimi de 24 Temmuz'dan ibaret değildi sadece. Gerçekten, söz konusu Jön Türk eylemi, on yıldan fazla bir zamana yayılacak -derinliğine- bir dizi değişikliğin yolunu açıyordu.
Osmanlı İmparatorluğu gibi geniş ve karmaşık bir devleti yönetmeye kalkmak olanaksızdı bu koşullarda. İktidardan gözü korkmuş darbeciler olarak, Jön Türkler, hiç olmazsa geçici bir süre, kurumların dışında kalmaya mahkumdular.
Böylece Jön Türkler, bir yirmi yıla yakındır saplantısı oldukları bir düşüncenin, Osmanlı Devleti'nin yeniden anayasalı bir devlet olması düşüncesinin gerçekleştiğini görüyorlardı. Savaş vermeden, şiddete başvurmadan, sıradan bir müdahale tehdidiyle elde ettikleri zaferin çabukluğu, isteklerine Abdülhamit'in kolayca uyması, hazırlıksız yakalamıştı onları. Aralarında en tutucu olanlar, programın esası gerçekleştiğine göre komitenin dağılması gerektiğini düşünüyordu.
20 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.