Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhü anh-, Rasûlullâh -sallâllahu aleyhi ve sellem-'in sîmâsına bakar; "Aman ne kadar güzel" diye hayret ederdi. Ebû Cehil de o mübârek yüzden tam tersi bir intibâ alır ve ondan nefret ederdi. Bu farklılığın sebebi; her ikisinin de âyine-i Muhammedî'de kendi hakikatlerini görmeleriydi.
"Şunu iyi bil ki, sen Allâh'ın nazargâhı olan bir gönlü incitir, kırarsan, Kâbe'ye yaya olarak da gitsen, kazandığın sevâb, gönül kırmanın günâhını dengelemez.."
Canlı ve cansız varlıkların müşterek sıfatlarına mukâbil, aralarında farklılık ve zıtlıkların bulunması da, ilâhi tâyine dayanan bir keyfiyettir. Bu gözle bakıldığında zıt kutuplar, fiziki âlemde birbirlerini elektrik gibi çektikleri halde, canlılar âleminde tam tersine bir mâhiyet arzederler. Yâni rûh sâhibi olan varlıklar, zıdlarıyla değil, benzerleriyle ülfet edip bütünleşmek isterler. Varlığın aslının tek olmasından doğan aynîleşme temâyülü, bu âlemde vahdete doğru kudret akışının bir tezahürüdür. Ancak, cansızlar âleminde zıdların birbirine celb edilip çekilmesine mukâbil, canlılar âleminde bu durumun tersine tecelli etmesi, canlılardaki "benlik”, enâniyet (egoizm) duygusundan doğar.
"Rûh, kuşlar arasında bülbül gibidir. İnsanın tabiatındaki kötü huylar ise, kargalara benzer. O bülbül, kargalardan ve baykuşlardan yaralanır. Bir arada olmaktan dolayı ıztırap duyar."