Perdedeki küçük bir sigara yanığı gibi kimsenin gözüne batmadan kendi boşluğumla odanın bir köşesinde dururken, evin içini gösteren koca bir yırtık gibi hissetmeye başlamıştım kendimi birden.
Saksıdaki o eğri büğrü çatallardan farksızdık biz de. Bunca çirkinliğimize karşın, kırık bir ayna asılıydı yatağın çaprazındaki duvarda. Başka yüzler arardık bakıp bakıp...
Her keresinde farklı hayal etmişti bu an'ı. Nasıl davranacağını prova edip durmuştu. Ama o an geldiğinde, işte şimdi, ne yapacağını bilmez hâldeydi. Anlar, hayal edildikleri şekliyle dönüşmüyordu anılara.
Şehrin sırtını döndüğü üç katlı bir gecekondunun merdiven altındaki kömürlükten bozma bu güneşsiz odasında, orkideler yetişecek değildi elbet. Bir saksımız vardı. Kapının yanındaki masanın üzerinde beklerdi. Annem yıkadığı çatal bıçağı yatağın altındaki tahta valize kaldırmadan önce, kurusun diye onun içine koyardı. Saksıdaki o eğri büğrü çatallardan farksızdık biz de.