Bülbülün Kırk Şarkısı kitaplarını, Bülbülün Kırk Şarkısı sözleri ve alıntılarını, Bülbülün Kırk Şarkısı yazarlarını, Bülbülün Kırk Şarkısı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Ey melik! Beni ayıplama.Ben develerin sahibiyim, Kâbe'nin değil.Ben nasıl develerimi koruyorsam Kâbe'nin sahibi de orayı koruyacaktır, zinhar gafil olma!"
Şu ahir zamanda her şey ne kadar da zor ey Allah'ın elçisi; savrulan ümmetlerinin hâli ne kadar da yaman!.. (Neş'et)
Gönül rafıma eklediğim başka bir kitap daha o kadar çok sevdim ki İskender Pala edebiyatı siyer ile birleştirerek ortaya harika bir eser çıkarmış. Bir kaç senedir farklı yazarlardan Peygamber Efendimizin hayatını okuyordum, bu zamana kadar okuduğum en iyi üçüncü kitap diyebilirim. Edebiyatın seçkin kelimeleri ile yazılmış olması o kadar kıymetli kılmış ki eseri, okurken her sayfasında bambaşka lezzet alıyorsunuz. Özellikle bir bülbülün ağzından okumak, onun gibi her kanat çırpışında Peygamber Efendimizin etrafında uçuyormuşçasına her sahabinin peşinden gidercesine o bülbül ile siz de kanatlarında geziniyorsunuz. Okumadıysanız şiddetle tavsiye ederim.
Şehir tembellik ve uyuşukluk, çöl ise uyanıklık ve çeviklik yeriydi. Şehir Kabile bedel ödeten bir çürümeyi, çöl ise Hâbil'in safiyet ve berraklığını taşırdı.
... Ben sevginin Muhammed ile en büyük rahmet, Muhammed'siz sevginin de zillet içinde zillet olduğunun farkındaydım.
Sevgi bir yuvada bereketin ve nezaketin adıydı.
Bülbülün Kırk Şarkısı kitabındaki seher vakti öten bülbül gibi Kur'an sesi yükselsin, zikir sesi yükselsin.Önce namazımızı kılalım. Sonra Kur'anımızı okuyalım.
Gülüm Hatice'nin evinden sevinçli çehresiyle ayrıldığında zihninde dört genç deve karşılığı yapılmış iyi bir anlaşma, Hatice'nin aklında ise doğru sözlü, güzel huylu bir delikanlının iri kara gözleri vardı.
Çöl, evsiz ve duvarsız mekân; çöl, akıl ve hesap dışı zaman... Çöl, susuzluğun ve fırtınaların savruk karargâhı; çöl, yıldızlar altında hüzünlü gecelerin ahı... Çöl, kum zerrelerinden örülen yatak; ve çöl, birbirine karışan siyah ile ak... Her şeyi kuşatan erişilmez nimet; belki hususi nasiplere elveren ganimet... Hafakanların arasında gül yetiştiren gece, ne ki benim şarkılarımda yalnızca iki hece. Gül ile çöl... Çöl ile gül... Çöl içinde bir gül, gül kokusunda bir çöl... Derinliği ve sonsuzluğu anlatan da, nezaketsizliği Kaf Dağı'na atan da o... Gül... Boğulan, daralan ve sıkılan dünyanın ferahı; bekleyen, hisseden, yenilenen anın felahı... Çöl... Eski doğrulardan ve eskitilmiş yanlışlardan gül goncasını kurtaran; solmayan rengi ve yanılmayan hakikatiyle gülü saran... Biri, kumlara İlahi iradenin vurduğu mühür; diğeri Arş kaleminden dünyalık bedene nakşedilen ömür... Çölün bağrında ivazsız, garezsiz yetişen bir gül ve İlahi sırlarla sorgusuz sualsiz pişen bir gönül... Çölün kavurdukça kavuracağı ve Cemal-i Mutlak'a Habib eyleyip duracağı... Fıtratında olumsuz ne varsa kumlarda savruldukça savrulacak olan, sonunda insanlığın sancılarına tabib olacak olan...