Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Çanakkale'den Filistin Cephesine

Sarkis Torosyan

Sayfa Sayısına Göre Çanakkale'den Filistin Cephesine Sözleri ve Alıntıları

Sayfa Sayısına Göre Çanakkale'den Filistin Cephesine sözleri ve alıntılarını, sayfa sayısına göre Çanakkale'den Filistin Cephesine kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tarih nedir? En güzel cevap!
Anlat bana bir parçacık ecdâdımı anlat; Muhtâcım o efsâneye, târîhe masal kat. Mithat Cemal Kuntay (1885-1956)
"Kahraman" ve "hain"
Yüzbaşı Sarkis Torosyan’ın ailesinin Ermeni tehciri nedeniyle Kayseri, Develi’den Suriye çöllerine sürülmesini, bunu İstanbul’daki Kayserili Ermenilerden haber alan Torosyan’ın ailesinin peşine düşmesini ve Suriye’deki kamplarda kız kardeşi Bayzar’ı sefalet içinde bulmasını anlattı. Yüzbaşı Torosyan yaşadığı bu acı olaylardan sonra, ailesine bu zulmü yapanlardan intikam almak amacıyla, Filistin Cephesi’nde Nablus muharebeleri sırasında 19 Eylül 1918 tarihinde Şerif Hüseyin’in Arap Ordusu’na katılmış ve eski ordusuna karşı savaşmıştı. Kısacası, 1915 yılı Mayıs ayında madalya sahibi bir “savaş kahramanı” olan Yüzbaşı Sarkis Torosyan, 1918 yılı Eylül ayında saf değiştirerek eski ordusuna karşı savaşan bir “hain” olmuştu.
Reklam
Yok canım! Nasıl olur?
"İttihat ve Terakki diktasının uyguladığı politikalar sonucunda bir zamanlar “kahraman” olan insanların bir anda kolaylıkla “hain” olabileceğini söylediğimi hatırlıyorum."
Geçmişi susturmak
Michel-Rolph Trouillot, Geçmişi Susturmak: İktidar ve Tarihin Üretimi isimli ufuk açıcı eserinde 19. yüzyıl Haiti bağımsızlık mücadelesi tarihinden yola çıkarak tarihte "olanlarla” yine tarihte “olduğu söylenenler” arasındaki farklara dikkat çeker.
Sayfa 14 - İletişim Yayınları
"Milliyetçiler, tarihin motorunu geri vitese takıp geçmişe doğru gezintiye çıktıklarında çoğunlukla komedi dünyasının sınırları içine giriyorlar!"
İlk vicdani retçiler; Ezidiler!
Yezidîlere “neden askerliğe karşı oldukları” sorulmuş, onlar da bu konuda yönetime bir dilekçe vermişlerdir. Dilekçede, askerlik hizmetinin neden kendi dinî anlayışlarına aykırı olduğunu on dört maddede özetleyen Yezidîler, 1875 yılın-dan sonra da askerlik hizmetinden muaf tutulmuşlardır. Eğer tarihimizde “vicdani ret” konusunda ısrarlı bir grup aranacak olursa, herhalde Yezidîlerin bu konuda ilk örneği oluşturduklarını söyleyebiliriz. Sultan II. Abdülhamid döneminde, Yezidîler üzerindeki askerlik baskısı devam etmiş, bu kez Halep çevresindeki Yezidîler askerlik yapmayı kabul ederken, Musul’dakiler itiraz etmiştir. Hatta bir kısım Yezidîler köylerini terk ederek, sırf askere alınmamak için Rusya’ya göç etmişlerdir.
Reklam
Osmanlı ordusu ve asker kaçakları!
Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, toplam mevcudu 2.873.000 kişi olan Osmanlı ordusunda asker kaçaklarının toplamı 500.000 kişidir.36 Dolayısıyla, silah altına alınanların yaklaşık %17’si birliklerinden firar ederek asker kaçağı olmuştur. Bu rakamları düşündüğümüz zaman bazı çevrelerin neden bu konuya değinmediğini, “asker kaçakları” sorununun neden suskunluğa terk edildiğini anlamak kolaylaşıyor. Konuyu, karşılaştırmalı olarak ele alalım: Birinci Dünya Savaşı’nda 13,5 milyon insanın silah altına alındığı Alman Ordusu’nda asker kaçaklarının oranı %1’di. Britanya Ordusu’nda da asker kaçaklarının oranı %1’i geçmiyordu. Rus Ordusu’nun durumu ise, Osmanlı Ordusu’nunkine çok benziyordu: Rus Ordusu’nda da yarım milyon asker cephelerden firar etmişti. Liman von Sanders, anılarında, 2 Haziran 1915 ta-rihinde Erzurum’daki Alman Konsolosu’nun “talim için ordugâhta toplanan Türk birliklerinin yaklaşık üçte birinin hasta olduğunu, üçte birinin de orduya katılmak için gelirken yolda firar ettiklerini” İstanbul’daki Alman Elçiliği’ne bildirdiğini yazmaktadır
Asker kaçakları
"Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, toplam mevcudu 2.873.000 kişi olan Osmanlı ordusunda asker kaçaklarının toplamı 500.000 kişidir. Dolayısıyla, silah altına alınanların yaklaşık %17’si birliklerinden firar ederek asker kaçağı olmuştur."
Mustafa Kemal'e göre Enver paşa!
“[Enver] hesapsızdır, fikir ve kararların nasıl tatbik edileceğini düşünmeyi teferruat sayar; askerlikte genel bakımdan bilgisizdir, çünkü tabur, alay vs. gibi birliklere sıra ile komuta etmeden, en çok Makedonya ile Bingazi’de çete ve aşiret vuruşmalarında bulunduktan sonra sırf siyasal destekle en yüksek makamlara erişmiştir... Bu yüzden Enver, bir tümen veya bir kolorduya herhangi bir hareketi emrettiği vakit, o hareketin yapılabilmesi ve beslenebilmesi için nelerin gerektiğini hiç düşünmezdi ve bu emirleri âdeta bir çavuşa 40-50 kişi ile bir tepeyi tutması emrini verir gibi verirdi. Sarıkamış yıkımı bu biçim kıt anlayıştan doğmuştur.”
Liman von Sanders’in raporundan - Yıl 1915
"Hali hazırda Türk ordusunda 300.000 asker kaçağı vardır. Bu kaçaklar, düşman safına geçen kimseler değildir; bunların büyük çoğunluğu, geriye, yani öz yurduna gidenlerdir; bunlar memlekette eşkıyalık yapıyorlar, yağma ediyorlar ve memleketi güvensiz bir hale koyuyorlar... Türk askeri, bilhassa Anadolulular, çok üstün bir vasıftadırlar. Bu askerlerle, iyi bakım ve iyi yedirip-içirme, esaslı talim ve terbiye, sakin ve emin kumanda ile en büyük başarılar elde edilebilir. Araplardan da büyük bir kısmında, bunların hizmetlerinin başında sert fakat adil muamele tatbik edilmek şartı ile, kullanılabilecek iyi asker yetiştirmek mümkündür. Türk Ordusunun birçok kısmında harp kudretinin düşmesindeki başlıca sebep, Türk Başkumandanlığınca tatbik edilen yersiz (yanlış) tedbirlerden ileri gelmiştir. Takriben iki yıldan beri kıtalardan büyük bir kısmına gerekli talim ve terbiye için zaman verilmemiştir."
Reklam
Atatürk'ün gözünden Enver Paşa
"Yarbay Mustafa Kemal Bey’den sadece iki yıl önce Harp Akademisi’ni bitiren Yarbay Enver Bey, Babıali baskını sonrasında İttihat ve Terakki’nin siyasi desteğini arkasına alarak 33 yaşında Harbiye Nazırı, Başkumandan Vekili ve Genelkurmay Başkanı olmuştur. Bu görevlere atandıktan kısa bir süre sonra, Sultan Mehmet Reşat’ın yeğeni Naciye Sultan’la evlenerek Osmanlı ailesine damat olmuştur. Atatürk’ün Enver Paşa’nın askerî yetenekleri konusundaki görüşleri Liman Paşa’nın bahsettiği yönetim zaafını açıkça ortaya koymaktadır: “[Enver] hesapsızdır, fikir ve kararların nasıl tatbik edileceğini düşünmeyi teferruat sayar; askerlikte genel bakımdan bilgisizdir, çünkü tabur, alay vs... gibi birliklere sıra ile komuta etmeden, en çok Makedonya ile Bingazi’de çete ve aşiret vuruşmalarında bulunduktan sonra sırf siyasal destekle en yüksek makamlara erişmiştir... Bu yüzden Enver, bir tümen veya bir kolorduya herhangi bir hareketi emrettiği vakit, o hareketin yapılabilmesi ve beslenebilmesi için nelerin gerektiğini hiç düşünmezdi ve bu emirleri adeta bir çavuşa 40-50 kişi ile bir tepeyi tutması emrini verir gibi verirdi. Sarıkamış yıkımı bu biçim kıt anlayıştan doğmuştur.”
"Ermeni tehciri sırasında, İttihatçılar “pis işlerini” yaptırmak için düzenli orduyu kullanamadılar. Bunun yerine, Ermeni kıyımında kullanmak amacıyla Teşkilat-ı Mahsusa’yı, çeteleri veya düpedüz sivil halkı devreye sokmak zorunda kaldılar. Bir anlamda, resmi devlet mekanizmasının yanı başında çalışan alternatif güç odaklarını yarattılar. Ve işte tam bu nedenle de “devlet adamı” olmaktan ziyade, “komitacı” olarak kaldılar. “Komitacılık” onların tercih ettiği bir şey olmaktan çok, formel devlet aygıtının gösterdiği direnç nedeniyle başvurmak zorunda kaldıkları bir eylem/yönetim biçimiydi."
"İttihatçı/Kemalist siyaset geleneğinde Türkçü/milliyetçi politikaların hayata geçmesi çoğunlukla “din dolayımı”yla gerçekleşmiştir. İttihatçılar ve onların devamı olan Kemalistler, özünde “milliyetçi” bir projeyi devreye sokacakları zaman, ancak halkın samimi İslami hassasiyetlerini kullanarak bu projeyi kitlelere satabileceklerini çok iyi bilirler. Tek başına “Türklük” veya “Türkçülük” söyleminin istenen siyasal hareketliliği yaratmakta eksik kaldığının farkındadırlar. Bu çerçevede, “dinin siyasete alet edilmesinin” veya “dini duyguların sömürülmesinin” patenti İttihatçı/Kemalist siyaset geleneğinin tekelindedir. Eğer başka siyasi gelenekten gelen kadrolar dini siyasete alet ederlerse, İttihatçı/Kemalist geleneğin mensupları direnç gösterirler!"
Milliyetçilik
"İttihatçıların bu topraklarda yerleştirdiği siyaset geleneğinde “Türkçü” ve milliyetçi projeleri hayata geçirmenin tek yolu, malum projeleri İslami bir ambalaj ve komitacılıkla desteklenen bir eylem planı içinde kitlelere sunmaktan geçmektedir. Sonunda varılacak nokta, milliyetçi nitelikleri ağır basan bir hedef olsa bile, gidilen yolun güzergahı Müslüman mahallesinden geçmektedir."
"Cihad-ı Ekber ilanıyla ilgili haberleri duyan ve o günlerde Beylerbeyi Sarayı’nda olup biteni yakından takip eden devrik Sultan II. Abdülhamid’in şaşkınlığını kızı Ayşe Osmanoğlu’nun anılarından okuyoruz: Cihat ilan olununca babam büsbütün şaşırmış ve “Cihadın kendisi değil, fakat ismi bizim elimizde bir silahtı. Ben bazen sefirleri tehdit etmek istediğim vakit, ‘Bir İslam halifesinin iki dudağı arasında bir kelime vardır. Allah bunu çıkartmasın!’ derdim. Cihad bizim için ismi olup da cismi olmayan bir kuvvetti. Bunun altından nasıl çıkacaklar, İngiltere buna aldanacak mı?” diyerek teessürlerini bildirmiş."
36 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.