Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Keşifler Çağında Hristiyanlar Müslümanlar Yahudiler

Çatışan Kültürler

Bernard Lewis

Çatışan Kültürler Gönderileri

Çatışan Kültürler kitaplarını, Çatışan Kültürler sözleri ve alıntılarını, Çatışan Kültürler yazarlarını, Çatışan Kültürler yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kıyamete,ahretteki ceza ve ödüle ilişkin Hristiyan ve İslam düşünceleri tıpatıp aynı olmamakla birlikte, temelde benzerdi. Cennetleri önemli ölçüde farklıydı, ama cehennemleri büyük ölçüde aynıydı. Bütün bunlar bir Hindu, bir Budist ya da bir Konfüçyüsçü açısından anlamsız görülecek şeylerdi.
Batıya ait olan bizler, savaşlara ve baskılara ilişkin iç karartıcı sicilimiz­den anlaşılabileceği gibi, bizden farklı olanlara saygı gösterme konusunda çoğu kez feci biçimde başarısızlığa uğramışızdır.
Reklam
İçinde bulunduğumuz yüzyılda, Avrupa uygarlığının görünümünde önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Avrupa değerlerine derin düş­manlık besleyen liderlerin yönetimindeki Rusya, Avrupa sahnesinden çe­kildi ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Doğu Avrupa'nın büyük bölü­münü de aynı yolu izlemeye zorladı. Şu anda bu ülkeler sancılı ve sıkıntılı bir süreç içinde geri dönmeye çalışmaktadır. Yıkıcı iki dünya savaşıyla za­yıflayıp tükenen ve emperyal konumunu yitiren Batı Avrupa, kökleri ve birçok değeri bakımından Avrupai, ama başka bakımlardan köklü biçimde farklı ve yeni bir uygarlığın doğmuş olduğu Amerika'ya teslim oldu; bu durum hemen hemen bütün önemli beşeri alanlarda insanlığa yeni bir liderlik kazandırdı.
Hindistan ve Çin'in büyük dinleriyle kar­şılaştırıldığında, İslamiyet ve Hıristiyanlık ikiz evlatlardır ve aynı ataların soyundan gelmektedir.
Roma ve Ostia'ya karşı 846'da girişilen bir Arap baskınının ardından Fransa'da bir sinod toplandı ve Hz. İsa'nın düşmanlarına karşı savaşmak üzere Fransızların önderliğinde birleşik bir Hıristiyan ordusu oluşturmaları için Hıristiyan aleminin krallarına yönelik bir çağrı karan alındı. Papa IV. Leon, belki de Müslüman düşüncelerin et­kisiyle, böyle bir savaşta ölecek olan herkese cennet vaadinde bulundu. Birkaç onyıl sonra Papa VIII. Johannes (872-882), piskoposların bir baş­vurusuna cevap verirken, Tanrı'nın Kutsal Kilisesi'ni, Hıristiyan devlet ve dinini savunma uğruna çarpışanlara ve contra pa ganos atque infideles stre­nue dimicantes (putperestlere ve kafirlere karşı zahmetli mücadele) sırasın­da ölenlere günahlarını bağışlama sözünü verdi.
2 Ocak gününde, Katolik hükümdarlar Aragonlu Fer­nando ile Kastilyalı Isabel'in birleşik orduları İspanya'daki Müslüman iktidarın son kalesi olan Gırnata kentine daha önce varılan teslim anlaşması uyarınca girdiler ve böylece İber Yarımadası'na egemen olmak için Hıristi­yanlık ile İslamiyet arasında sekiz yüzyıldan beri süren mücadelenin son Hıristiyan zaferini kazandılar. Bu, İspanyol Hıristiyanlar için bir annus mi­rabilis (şaşırtıcı olaylar yılı) olan 1492'nin başlıca üç olayından ilkiydi. Bu olmadan, ne ikincisi ne de üçüncüsü mümkün olabilirdi.
Reklam
Yahudilerin İspanya ve Portekiz'den çıkarılması.
Dönmeler resmi olarak conversos ya da nuevos cristianos (yeni Hıristiyanlar) olarak anılıyordu; gayriresmi olarak ise çoğunlukla viejos cristianos (eski Hıristiyanlar) tarafından marranos olarak nitelendiriliyordu. Asıl anlamı "domuz" olan ve mecazi bakımdan "domuzca karaktere ve huylara sahip bir kişi”yi ifade eden İspanyolca marrano sözcüğü, zaman içinde özellikle gizlice Yahudi ibadetini sürdürdüğünden kuşku-duyulan-yeni Hıristiyanlar için kullanılır hale geldi. Bu anlamda marranizm, yani gizlice bir inanca bağlı kalırken görünüşte başka bir inancı kabul etme, hiçbir biçimde İber Yarımadası'yla sınırlı değildir; başka zaman ve mekânlarda birçok benzer örneği vardır.
Sayfa 23 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
Batı Avrupa' da Yahudiler ile Mağribiler, Doğu Avrupa'da da Yahudiler ile Türkler polemik yazılarında, vaazlarda ve hatta yerel birimlerin, kralların ve papaların yasal düzenlemelerinde ge­nellikle Hıristiyan aleminin düşmanları olarak birlikte anılmaktaydı. Onla­rın gündelik alışkanlıkları bile sanki bu algılayışı doğrular gibiydi. 1670 gibi geç bir tarihte, Akdeniz'deki bir gemide görevli olan ve zamanını bir günce tutup kötü şiirler yazarak geçiren bir İngiliz askeri vaizi bu çağrışı­mın bir yönünü şöyle yansıtmaktaydı: Tanrım Kral Charles'ı, York Dükü'nü Ve kraliyet ailesini Domuz eti yemeyen Yahudi ve Türklerden sen koru; Güzel Efendimiz kurtar beni.
Sayfa 20 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
Hıristiyan Avrupa'nın kadınları herhangi türden bir eşitliği elde etmekten çok uzaktı, ama çokeşliliğin ya da yasalarla tanınmış cariyeliğin baskısı altında değildi. Onların yararlandığı sınırlı düzeydeki özgürlük ve katılım bile, Batı ülkelerini gezen -ve hepsi de erkek olan- bir dizi Müslüman ziyaretçiyi sarsıp uyandırmaya hiçbir zaman yetmedi. Batı uygarlığı kadınların varlığından dolayı zengindi; Müslüman uygarlığı ise onların yokluğuyla daha yoksuldu.
Sayfa 15 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
Batı Avrupa'nın teknolojide daha ileri ve gelişkin bir düzeyde oluşu si­lah donanımıyla sınırlı değildi, iktisadi üretim alanına da uzanmaktaydı. Bunun güzel bir örneği, ilk zamanlarda ve uzun bir süre boyunca enerji üretiminde insan ya da hayvana dayalı kas gücü dışındaki tek araç olan değirmenden yararlanmadır. İlkel yeldeğirmenleri ve sudeğirmenleri de dahil olmak üzere değirmenler büyük, gözle görülebilir ve sabittir. Giz­lenmeleri, görünüm bakımından değiştirilmeleri ya da taşınmaları kolay değildir.
Sayfa 14 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Bir Hıristiyan kutsal savaşı fikri gecikmeli de olsa Batı Hıristiyan aleminde daha olumlu bir yankı uyandırdı. Roma ve Ostia'ya karşı 846'da girişilen bir Arap baskınının ardından Fransa'da bir sinod toplandı ve Hz. İsa'nın düşmanlarına karşı savaşmak üzere Fransızların önderliğinde birleşik bir Hıristiyan ordusu oluşturmaları için Hıristiyan aleminin krallarına yönelik bir çağrı kararı alındı. Papa IV. Leon, belki de Müslüman düşüncelerin et­kisiyle, böyle bir savaşta ölecek olan herkese cennet vaadinde bulundu. Birkaç onyıl sonra Papa VIII. Johannes (872-882), piskoposların bir baş­vurusuna cevap verirken, Tanrı'nın Kutsal Kilisesi'ni, Hıristiyan devlet ve dinini savunma uğruna çarpışanlara ve -contra pa ganos atque infideles stre­nue dimicantes-(putperestlere ve kafirlere karşı zahmetli mücadele) sırasın­da ölenlere günahlarını bağışlama sözünü verdi.
Sayfa 11 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
Avrupa'nın açık bir biçimde daha büyük bir çeşitlilik gösterdiği tek yön dildi. Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika'nın her yanında tek bir dil, ya­ni Arapça din ve hukukun, ticaret ve kültürün, devlet yönetimi ve bilimin ihtiyaçlarını karşılıyordu. Yerel konuşma dillerinin ülkeden ülkeye olağa­nüstü bir çeşitlilik göstermesine karşın, Arap dünyasında ve daha sınırlı ölçüde olmak üzere bütün İslam dünyasında standart bir yazılı Arapça hem günlük, hem de bilimsel iletişim aracı işlevini görüyordu. İran gibi uzak bir ülkede bile, 14. yüzyılın büyük Acem tarihçisi Reşideddin o dö­nemde Frankların yirmi beş ayrı dil konuştuğunu ve bunlar arasında hiç kimsenin bir ötekinin dilini anlamadığını hayretle belirtiyordu.
Sayfa 10 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
Kabaca bin yıl boyunca, yani Müslüman orduların 7. yüzyıl başların­da Doğu Akdeniz'deki Hıristiyan topraklarına yönelik ilk saldırısından Türk ordularının 1683'te ikinci ve son kez Viyana surları önünden geri çekilmesine değin geçen sürede Hıristiyanlık alemi İslamiyetin sürekli ve yakın tehdidi altında yaşadı. İlk İslami yayılma büyük ölçüde Hıristiyan­ların zararına gelişti: Suriye, Filistin, Mısır ve Kuzey Afrika bütünüyle Hıristiyan ülkelerdi; bunlar halifelerin yönetimi altına girmeden önce Hıristiyan Roma İmparatorluğu'nun eyaletleriydi ya da başka Hıristiyan hükümdarlara bağlıydı. Bu süreçte toprakları fetihçi İslam ordularının eline geçerken, halkları da fatihlerin savaşçı dininin safında yer aldı. Müslüman ilerleyişi yalnız bir kez değil, üç kez Avrupa içlerine kadar sürdü.
Sayfa 5 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
Osmanlı Sefarad Yahudi toplumunun en büyük iki merkezi olan İstanbul ve Selanik'e, imparatorluk politikasının bir gereği olarak, Osmanlı yetkilileri tarafından çok sayıda yerli ve yabancı Yahudi yerleştirilmişti. İstanbul'un 1453'te alınmasından sonra padişah, imparatorluğun yeni başkentinin imarı ve iskanı işine koyuldu. Yahudiler onun bu planında önemli bir rol oynadı. Yeniden inşa çerçevesinde çeşitli Osmanlı eyaletlerinden çok sayıda Yahudi, zorla yeni başkente nakledildi. Bu Yahudiler sayıca yeterli olmadığı için, dışarıdan gelen mülteciler özellikle hoş karşılandı.
239 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.