Şimdi, hiçbir kavramı sahiplenmeyeceğimiz bir göğe davet ediyorum sizi. Orada asıllar var, kılıflar yok. Anlamlar var, kelimeler yok. Her şey var, hiçbir şey yok. Çıplaklık. Duygular. Benzerlikler. Ve karşılaşma. Kendinle...Sonra kelimeleri çağırırız yine. Önce bir sessizlikte tanışalım.. Öyle ya herkes birbirinin kelimelerine düşman ya da onlara
Her bireyin adı yalnızca "eksi 1"dir. Onlar sadece bir "şey"dir, bir kişi değil. Uzakta bir ışık daha sönmüş, bir defter daha kapanmış, anonim bir şarkı daha susmuştur. Dram ve ölüm dediğimiz, yaşanan teknik aksaklıklardır.
Birileri acı çektiğinde ve öldüğünde hepsi yalnızca birer sayıdır. Dünyadan sizin benim gibi bir kişi
. Görüntüler dünyasında ötekiler, kişinin kendini seyrettiği aynalara dönüşmüştür. İnsan bir başkasının gözbebeklerine bakmakta ve saçlarını taramaktadır. Ötekiler kendi sesimizin bize geri sektiği duvarlardır artık. Beğenileri ile daha önemli hissedeceğimiz, ilgileri ile daha özel olacağımız, alkışları ile anlam bulacağımız bir yansıtma
Kimse insanı cennetten kovmaz. O mütemadiyen düşüşe meyillidir. Kendi atlar cennetlerinin içinden. Atlayamıyorsa bozar, bozamıyorsa da cehennemle işbirliği yapar. Cennetleri de bitmez düşüşleri de bu yüzden. Bizzat budur cehennemini yaratan: Her cenneti yitirmeye olan hevesi ve eğilimi. Düşmeyi uçmak, çarpmayı konmak sanır. Ve mütemadiyen
ÖNSÖZ
Koridorları önceden çizilmiş bir labirentin içinde "istediği" yöne giden fareler gibiyiz. Eğer A, B, C seçenekleri verili ve sabit ise dilediğimiz şıkkı işaretlemeye "özgürlük" denebilir mi? Yatakları belirli olan nehirler "istedikleri" yöne akmış olurlar mı? Gelenek, kültür, coğrafya... Din, bilim, politika... Aile, okul, çevre... Global sistem... Her biri düşüncemizin etrafına görünmez çemberler çizer. Bilinçli ya da özgür kararlar aldığımızı farz ederiz. Aslında genelde olan, "gerçeklikleri" çoğundan bihaber olduğumuz öncüllerin üzerine oturtmaktır.
Öyleyse başkalarının inşa ettiği bir binada, hangi katlardan geçeceği belli bir asansörde, "istediğimiz" tuşa basmanın bir anlamı var mı? 1. değil de 60. kata çıkma "özgürlüğünü" bir kenara bırakarak binadan firar etmek mümkün değil mi?
Çoğu zaman yaptığımız, kuzeye giden bir trenin vagonlarında güneye koşup durmaktır. Peki, trenden insek? Ve başka bir güzergâh tayin etsek? Ya da kayığa geçmenin bir yolu var mı? Geçmiş, gelenek, kültür ve çağdan getirdiğimiz düşünsel trenlerin içinde iken başka türlü vasıtaların olabileceğini hayal etmek zor. Düşünsel özgürleşmenin önündeki en büyük engel "zaten özgür olduğumuz" yanılsamasına kapılmak. Dilediğimiz kata çıkar, dilediğimiz vagonda oturur, dilediğimiz yöne akar gibi gözükürken esasında sınırları belli bir alan= hapsolduğumuzu fark etmek zor.
Arşivimizdeki eski bilgiler, boşluk tamamlamada dolgu maddesi olarak kullanılır. "Dünya nasıl bir yer?" sorusunun cevabı, "Tehlikeli!" diye kayıtlı ise; yeterli kanıt olmaksızın yolda gördüğümüz karartıları kolayca hırsız sanabiliriz mesela. Öngörülerimiz eski görülerden feyz alır. Ön kabullerimiz, hayatımızı kolaylaştırsa da
Bir kaşık suyla dolup taşan kabımız, şimdilerde denizi az buluyor. Çoğumuz okyanusun peşinde.Kap hakkında düşünen yok. Kusur gidermeye programlı hayatlar, "hep bir şey eksik" duygusuyla iç içe. İnsan kusur aradıkça buluyor, giderdikçe yenilerini yakalıyor ve tekrar giderme gayretiyle aynı döngüsüne devam ediyor.Hayatın normu bir
Erotizm ve öykü devre dışı kaldığında
duygular ve ilişkinin dalgaları katkıda bulunmadığında ; cinsel haz, görsel uyaranlara indirgendiğinde, aslında uyarılma repertuvarı daralıyor. Şarkıyı çok enstrümanlı bir orkestra yerine, üç sazdan oluşan bir grup çalıyor.
Beynin tahrik olabileceği her türlü özellik dışarida kalıyor. İlişkinin yakınlığı,
Mimiklerimizi kaybetmek uğruna yüzlerimizi donuklaştırdık. Çekik gözlü ama bakışsız, dolgun dudaklı ama gülüşsüz, genç ama ruhsuz kaldık.
Anılarımızın çizgilerimizde yaşamasına izin vermediler. Dudak kenarlarımızın gülme sayımıza tekabül ettiğini anlamadılar. Beyaz saçlarımızı bilgeliğimizle taçlandıramadık. Göz parıltımızın ve kahkahamızın
Toplumsal düzlemde manipülasyonda kendinizi ifade ederken vatan haini, eleştirirken düşman, hak ararken provakatif, canınız yandığında istirmacı, kızdığınızda ise çoktan bölücü olmuş olursunuz.