Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Çeşm-i Giryan Çeşminaz Üdebai Çaresaz

Himmet Dağlı

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Zaman, bünyesindeki bütün nesneleri olduğu gibi Kirmanşah’ın namlı tüccarını da mekân içerisinde evirip çeviriyor; günlerin süzgecinde eliyordu. Tıpkı babası gibi o da kısa zamanda, tez vakitte işleri büyütmek ve halıcılıkta malların tekelini sağlamakla uğraşıyordu. Öyle olsun ki tüm kervanlar Kirmanşah’ta önce kendisine uğrasın; mallardan mal, halılardan halı bırakıp halılar götürsündü uzaklara. Kirmanşah’ta kendisinden sorulan halı, dünyanın öbür ucundaki halı meraklılarını da kendisine çeksindi. Başka metalara bunca zaman hiç heves etmemiş olduğundan mütevellit, her yerde halılar tek kendisinden sorulsundu.
DİYÂR-I ŞEHR-İ REY’İN ÇÖMLEKÇİSİ “Yeryüzünde gerçekten müstesna olan sadece dört yer vardır ki bunlar Rey, Şam, Rakka ve Semerkant’tır.” (Bağdat’ın eski halifesi Harun el-Reşit) Büyük istilânın hemen öncesinde, henüz tahrip edilmemiş fakat mezhep kavgalarından ötürü oldukça yıpranmış Selçuklu şehirlerinden biri de çömlekçiliğin hünerli ellerden çıktığı, fakat hayvan kılıyla ve pamuklu dokuma kumaşların üretiminin tükenme noktasına geldiği Rey şehri idi ve daha dikkat çekici olanı ise buranın yaklaşık on kilometre ırağında, Horasan yolunun solunda, Mesgar Abad Dağları’nın eteklerindeki Harun Zindanı olarak adlandırılan ve Rey şehrinin sınırları içerisinde bulunan taş yapıydı. Bu taş yapı, her ne kadar gözlerden uzaksa da, doğunun bu topraklarında şehrin sakinlerinin nabzının her daim attığı bir Zerdüşt tapınağıydı. Yüzyıllarca gizemli havasıyla ateşkadeh olarak kullanıldıysa da bu uzun zaman önceydi tabii.
Reklam
İki mürekkep damlasından biri, diğerinin üzerine düştüğünde edip de son şiirini nihâyete erdirmiş, böylelikle gönlündekileri saman sarısı kâğıda nakşetmişti. Sonra oturduğu yerden kalkarak önündeki rahleyi odanın pencere duvarına bıraktı. Mumun aydınlattığı taş duvarlardaki titrek gölgeye aldırmaksızın kapıdan çıktı gitti. Mum, edibin ardından bir zaman daha titrek alevini karşıki duvarlarda raks ettirdiyse de çok geçmeden eriyip tükendi. Geride, dibinde erimiş halde biçimsiz, kısacık mum parçası ve etrafı firuzeyle kaplı, avuç içi kadar gümüş bir mumluk kalmıştı.
Muhip derdi de başka bir adla çağırmazdı yeğenini. Onu bazen birkaç saat öncesinden eve gönderir, ocaktaki odunları yaktırarak akşam yemeği için ateşin üzerindeki hereninin suyunu kaynattırırdı. Bunu çoğunlukla haşlama kemikli et için yaptırırdı Mirzat Efendi. Adamın canlısı, etin kanlısı derdi de, canın boğazdan geleceğini, sıkı çalışmak için lâzım gelen kuvvetin kemik suyunda haşlanan etten, kemiğin iliğinden elde edileceğini söylenir dururdu. Mirzat Efendi, Muhip diye çağırdığı ve pek zayıf bulduğu yeğenine söyleyebileceği bu lakırdıları pek kayda değer şeylerden sayardı. Bazen de, ah Ferimâh ah! Beni şu feleğin ucuz insanlarıyla bıraktın gittin de ne oldu ha! Bak şu andavala muhtaç bıraktın Mirzatını, derdi.
Ulak hiç oralı olmaksızın, gayet rahat bir ses tonuyla, “Vuslata ait en küçük bir ümit beslemeyen, biricik hazinesi taşıdığı heybesi olan ve ömrünü yollarda heba ederek umduğuna asla nail olamayacağını bildiği halde, ölümünü bekleyen kaç kişi vardır acaba? Evet, sermayesi birkaç meta olan birinin de, elbet kıymet verebileceği bir şeyler olabilir pekala!.. Ben, ölene kadar cennet köşkleri hayali kuranlardan değil, nefes alırken içerisinde bulunduğu güzelliklerin hakkını vermeye çalışanlardanım. Marifet, elbette iltifata tâbidir. İltifatta ise, zahirde benim gibilerin de bir payı olsa gerek!.” diye karşılık verecek idi.
Köpürmüş topraklarda bata çıka ilerledikleri kervan yolunda, gölgeleri cisimlerinden daha uzun olmaya başladığı bir vakitte, ufkun son merhalesinde belli belirsiz bir siluet fark edilebiliyordu. Bu muştuyu kervanın bitkin yolcularına ulaştıran yine Kervanbaşının yardımcısı olmuştu. Tiz sesiyle, kasvetli ânı her yerinden delik deşik eden adamın sözlerini duyan her bir yolcu yeniden can buluvermiş, gözlerindeki toprak rengi bakışlar umudun boyasıyla tazelenivermişti birden.
Reklam
Büyük aşk, yine aşk nöbetlerinin açıktan açığa başlamasından iki üç gün öncesine kadar, dillere destan haliyle muhataplarını başkalarının gözünde, yani Şahrud’un hemen hemen bütün sokaklarında başka dünyaların insanlarıymış havasına sokuyor ve onları aşkın muhabbetinde müstesna bir vaziyette kutsanacak abidevi şahsiyetler kılıyordu.
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.