"Siz hiç esmerin sarısını gördünüz mü? Esmerin sarısı büsbütün başka türlü oluyor. Bu kadın da obadaki bütün kadınlar gibi koyu esmer... Ancak bu esmerliğin üstüne öyle açık bir sarılık çökmüştü ki insan onun yüzüne biraz derinden bakınca sanki bu kadının kendi esmer yüzüne hafif bir sarı boyayla mahsus makyaj yapmış olduğunu sanırdı."
- Ya duayı nasıl ettin?
- Duayı da ettim te büylece: ‘Neuzü şeytan, besmele rahman!’ Ondan başladım süylemeye:
Abe Allahım duyarsın ahım! Çoktur günahım!
Ayakta papuç başta külahım!
Açtım elimi, kırdım belimi! Tuttum dilimi!
Ziytin tanesi ekmek dilimi!
Yüreğim sızlar, kulağım vızla... okur hafızlar!
Bayılır buna çadırda kızlar!
Kusurum çoktur ... mangizim yoktur!
Halim bomboktur!
Ben aç gezerim: İrfan Bey toktur!
Çektim çok acı, sen bana acı!
Ethem duacı... olmuştur şinci: Mübarek hacı!
Âmin, âmin, âmin, Veledi Ali amin!
- Ulan bu nasıl dua, köpoğlu?
- Çingenecesi dua bu kadar olur. Diyilim ben Saçaklı Molla ki edeyim daha kibarcasını!
"Çingene, insanin tabiata en yakın kalan güzel bir cinsidir. Zannedilir ki, bu tunç yüzlü ve fagfur dişli kır sakinleri, beşerî şekle istihale etmiş birtakım yeşil ağaçlardır. Çingene bizzat bahardır. Çocukluğumda gördüğüm baharlardan bugün hatırımda kalan hayal, yeşil, kırmızı, sarı şalvarlar giymiş, şarkı söyleyen ve el çırpan bir alay genç ki içinde tahta zurna çalıp bu musikinin vahşi kahkahaları ardından müşabih' akisleriyle vadileri inim inim inleten gene bir Çingene'dir!"
"Biz bu dile Çingenece diyoruz ama onlar kendi aralarında "Romanes" diyorlar. Zaten kendilerine de Rom dedikleri gibi... Çingeneceyi Istanbul'un şurasında burasında yerleşmiş, oturmuş olan çalgıcı Çingeneler bilmez... Onların kullandıkları şu, "Sipari, piyiz, cızlam, toslamak, hındım, keriz, habe" kelimelerinden yalnız "yemek" anlamına gelen sondaki habe kelimesi Romanes dedikleri gerçek Çingenece olduğu halde ötekiler tam birer kerizci argosudur. "