Cinselliğin Tarihi

Michel Foucault

En Beğenilen Cinselliğin Tarihi Gönderileri

En Beğenilen Cinselliğin Tarihi kitaplarını, en beğenilen Cinselliğin Tarihi sözleri ve alıntılarını, en beğenilen Cinselliğin Tarihi yazarlarını, en beğenilen Cinselliğin Tarihi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“En iyisi insanın hazlarına yenik düşmeden yoksa hazlara hiç başvurmaması değil“. Bir başka değişle, kişinin hazların kullanılmasında erdem’li ve ölçülü bir özne biçiminde oluşabilmesi için gerekli olan, nefsi ile “egemenlik-itaat”, “yönetme-boyun eğme”, “hakimiyet-yumuşak başlılık“ türünden bir ilişki kurmasıdır. Hıristiyan tinselliğinde de olacağı gibi “açığa çıkarma-vazgeçme“, “deşifre etme-arınma“ türünden bir ilişki kurması değildir söz konusu olan. Bunu, öznenin, hazların ahlaksal pratikteki “heotokratik” yapısı olarak adlandırabiliriz.
Sayfa 166
Her devlette bir yönetim ve bir yasamanın var olması için öne sürülen neden, tüm devletlerin barış zamanında bile diğer devletlerle savaş içinde bulunmasıdır; aynı biçimde, nasıl ki “kamu yaşamında her insan diğerleri için bir düşmansa“, özel yaşamda da “herkesin kendi kendisinin bir düşmanı olduğu”nu ve kazanılabilecek zaferler arasında “ilk ve en şanslısının“ kişinin “nefsine karşı” kazandığı zafer ve bozgunların “en utanç vericisi”nin, kişinin “nefsine yenilmesi” olduğunu anlamak gerekir.
Sayfa 165
Reklam
Görünen odur ki; antik Yunan ve Roma ahlakı çerçevesinde herkes için geçerli olan birkaç temel kural dışında- cinsel ahlak hep, kendisi de edinilen statü ve seçilen amaçlar tarafından belirlenmiş olan yaşam tarzının bir parçasıdır.
Sayfa 158
Hazları kullanma sanatının en önemli ve en duyarlı amaçlarından biri de budur. Platon Kanunlar’da bunu anımsatır: bu tür durumlarda neyin “gerektiğinde ve gerektiği kadar” yapılması gerektiğini bilen (ister bir kişi, isterse devlet olsun) şanslıdır; tersine, “nasıl davranacağını bilmeden”(anepistemenos) ve “istenen zamanların dışında“ (ektos ton kairon) o hareket edenin “bambaşka bir yaşamı vardır.”
Sayfa 156
Sonuçta, bir eylemin “ahlaksal” olarak adlandırılabilirmesi için bir kurala, bir yasaya ya da bir değeri uygun bir edime ya da edimler bütününe indirgenmesi şart değildir. Evet, her ahlaksal eylemin, içinde oluştuğu gerçek ve gönderme yaptığı yasayla; ama böyle bir eylem aynı zamanda kişinin kendisi ile bir ilişki de içerir; bu ilişki, yalnızca “kendilik bilinci” değil, “kendiliğin“, “ahlaksal özne” olarak oluşturulmasıdır. Bu oluşturma sürecinde, kişi, kendisinin o ahlaki pratiğin parçasını teşkil eden bölümünün etrafına bir sınır çizer, takip ettiği kurala göre konumunu tanımlar, kendisinin ahlaki anlamda mükemmelleşmesini sağlayacak belli bir varoluş kipi belirler. Bunları yapmak için nefsi üzerinde tanımaya girişir, denetler, sınar, geliştirir ve dönüştürür. Ahlaksal bir tutumun birliğine gönderme yapmayan kısmı bir ahlaksal eylem, kendiliğin ahlaksal özne olarak oluşumuna çağrıda bulunmayan ahlaksal tutum ve “ özneleştirme kipleri” ile bunlara destek olan bir “çilecilik bilgisi“ ya da “kendilik pratikleri“ olmaksızın bir özne oluşumu olamaz. Ahlaksal eylem, tıpkı değerler, kurallar ve yasaklar sistemi gibi bir ahlaktan öbürüne değişen, nefis üzerindeki bu etkinlik biçimlerinden ayrılamaz.
Sayfa 135
Biyo-iktidarın bu şekilde gelişmesinin bir başka sonucu da; norm oyununun, hukuksal yasa sisteminin zararına kazandığı önemdir. Yasa silahsız kalamaz ve onun sahip olduğu en uygun silah ölümdür; kendisine karşı çıkanlara, en azından son kertede bu mutlak tehditle karşılık verir. Yasa, hep kılıçtan söz eder. Ancak yaşam sorumluluğunu yüklenme görevine üstlenmiş bir iktidar, sürekli olarak düzene sokucu ve düzeltici mekanizmalara gereksinecektir. Artık söz konusu olan egemenlik alanında ölümü öne sürmek değil, değer ve yararlık alanında yaşam dağıtmaktır. Böylesi bir iktidar, nitelemek, ölçmek, değerlendirmek, hiyerarşiye sokmak durumundadır, öldürücü canlılığıyla ortaya çıkmak değil; onun işi itaatkar uyruklarla hükümdarın düşmanları birbirinden ayıran çizgiyi çizmek değil, normlar çerçevesinde dağıtımlar yapmaktır. Yasanın silindiğini ya da adalet kurumlarının yok olmaya yüz tuttuğunu söylemek istemiyorum; söylemek istediğim, yasanın gitgide daha fazla bir norm biçiminde işlediğini ve adalet kurumunun, işlevleri özellikle düzenleyici olan bir aygıtlar evreniyle gittikçe daha çok bütünleştiğidir. Normalleştirici toplum, yaşamı Merkez alan bir iktidar teknolojisinin tarihsel sonucudur. 18. yüzyıla değin gördüğümüz toplumlarla karşılaştırıldığında, hukuksal olanın gerilediği bir döneme girdik; Fransız devriminden bu yana bütün dünyada kaleme alınan anayasalar, yazılan ve değiştirilen kanunlar, sürekli ve bol gürültülü yasal etkinlikler bizi yanılsamaya itmemelidir: Bunlar özünde normalleştirici bir iktidarı yenir yutulur kılan biçimlerdir.
102-103
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.