Durup dururken inciniyorsun. Kötü söz gerekmiyor bunun için. Tam kirpiklerinin ucunda bir yarım ay, dudaklarında bir boyalı söz... bir kırıcı gülüş yetiyor kapanman için. Saygısız ses, kibirli gövde, tüküren gözler... Birisine bir söz söyleyeceksin; sessizlik boğucu; şu uzun ayrılığa bir özür, bir sitem.... kırk cümle kuruyorsun, ağzını açmadan vazgeçiyorsun. İncinme değil bu, insana olan inancını yitirme. Yaranı evde bırakıp çıkıyorsun sokağa.
☆☆☆
*~●。。。Bazen bir umutla,
acı bir hasretle içimin en derinlerine bakarım.
Onca insan, onca ses, koku, acı, sevinç, öfke, heves, dokunuş... topuklardan kirpiklere insanı gökkuşağına çeviren tutkular, denizin kıpkırmızı olduğu bir akşam, güneşin gamzelerinde battığı bir kadın, ışıklı çarşıların pervanesi kalabalıklar, buğday başaklarından başka hiçbir şeyin nefes almadığı bir sonsuz düzlük, sokaklardan yıldızlara yürüyen binlerce gencin lekesiz güzelliği, bakmakla görmek arasında kaybolmuş bir kızın zülüfleri, "yıldızların tanrıyla konuştuğu" o sonsuz gece yolculukları, türküler türküler türküler, hep aynı musalla taşından kaldırılan yüzlerce çocuğun tomurcuk bedenleri, üniformayla boğulmuş zamanların kapalı yaraları, insanların birbirlerini ölene dek sevdiği kitaplar, yoksulluğun sinema kapılarında çiçek açan gözbebekleri...
İnsan bütün hayatını sonunda yalnız kalmak için yaşıyor sanırım.
"Gönül yorgunluğu ne, biliyor musun?
Gökte yıldızın kalmıyor...
Gölgen bir yere sığmıyor...
İçindeki şarkı içinde boğuluyor...
Penceren sokağa bakmıyor..."