Mezarın tam önünde diz düştü. Tümseğin öbür ucunda, iki adam, her biri bir ucundan tutarak Bir mezar taşını kaldırıyorlardı.
Burada yatan..., diye yazıyordu.
Bir J'ydi bu.
Onu tutamazdı artık. Adam tüm parmaklarıyla, neredeyse hiç direnmeyen toprağı kazmaya başlamıştı bile. Her şey hazır görünüyordu. O küçük toprak parçası yalnızca yanıltma amaçlıydı. Hemen altında, dik kenarlı büyük bir çukur açılıyordu. Hafif bir akıntıya kapılarak sırt üstü içine battı. Kendisi boynunu hala dik tutarak dipsiz uçurumun ortasına gömülürken, yukarıda, taşın üzerinde bir şimşek gibi, kocaman kıvrımlarla adı belirdi. Bu görüntüyü hayran kalarak, uyandı.
Son
Mantık istediği kadar sarsılmaz olsun, yaşamak isteyen bir adama direnemez. Hiç görmediğin yargıç neredeydi? Hiçbir zaman ulaşamadığı yüksek mahkeme neredeydi?
Eskiden iyi sonuçlanacağını düşünüyordum, ama şimdi zaman zaman kuşkuya kapılıyorum. Nasıl biteceğini bilmiyorum.
Sen biliyor musun?
Hayır. Ama korkarım kötü bitecek. Seni suçlu sanıyorlar. Davan belki de küçük mahkeme kapsamından hiç çıkmayacak. Şimdilik, en azından suçunun kanıtlanmış olduğunu düşünüyorlar.
Ama ben suçlu değilim! Hata yapıldı.
Hem bir insan nasıl suçlu olabilir ki?
Hepimiz insanız, birbirimize benziyoruz.
Doğru, ama suçların hepsi böyle söyler.
Zan altındaki bir insanın sırtüstü yatmak yerine huzursuz olması çok daha iyidir; Çünkü sırtüstü yatan kişi farkında olmaksızın kendini terazinin bir kefesinde bulup günahlarının ağırlığıyla tartılabilir.
Avukatın onu kabul etmesin başka nedenleri de var. Onun durumu benimkinden daha ilginç. Hem davası henüz başlangıç aşamasında, bu yüzden de mahvolmuş değil. Avukat bu işle uğraşmaktan hala zevk duyuyor olsa gerek. İleride durum değişecektir.
Tek bir gerçek aklanma olmuyor demek!
Bu yargı hakkındaki görüşümü doğruluyor. Bu açıdan da hiçbir şansım kalmadı. Tek bir cellat mahkemenin yerini tamamen doldurabilir.
Şimdi onunla boy ölçüşemem, diyordu içinden. Ancak kişisel sorunlarımı ortadan kaldırır kaldırmaz, gücümü hisseden, hem de acı acı hisseden ilk kişi olacak.
Avukatını seçmiş olan bir sanık, ne olursa olsun onu elinde tutmak zorundaydı. Zaten bir kez yardım aldıktan sonra nasıl tek başına kalabilirdi ki? Demek ki olacak şey değildi bu, ama bazen dava öyle bir yöne sapardı ki, avukat takip etme hakkını yitirirdi. Dava, sanık, her şey elinden alınırdı. En yararlı ilişkiler artık hiç işe yaramazdı, Çünkü memurların da hiçbir şeyden haberleri olmazdı. Davanın bu aşamasında yardım etmek olanaksızdı; celselere girilemez, avukat sanıkla bağlantı kuramazdı.