“(…) Japon teknisyenleri ilerde bir evin ihtiyacı olan bütün âletleri yatağın başucuna yerleştirilecek bir kutuya sığdırabilecekleri iddiasındalar. Bu kutuda evin radyosu, televizyonu, telefonu, çalar saati bulunacak. Kahvaltının ekmeğini kızartıp çay ya da kahvesini de bir iki dakikada hazırlayacakmış gene bu kutu. Japonlar bunu da başarırlarsa, galiba, hani o peri masallarının sihirli yüzüğü gibi, aklımızdan geçeni hemen önünüze getirme mucizesi gerçekleşmiş olacak.” (1970)
“Bir büyük dâhinin kurduğu yapıyı çökertme yarışında tozu dumana kattık, katmaya da devam ediyoruz maşallah, geçmişten ibret almadan. Neden mi? Hepimiz kendi çıkarımızın derdine düşüp memleketi unuttuk da ondan. Her aklı başında ulus gibi ağır endüstriden yola çıkacak yerde bir incik boncuk ve montaj endüstrisinin bize refahın kapılarını ardına kadar açacağı hayaline kapıldık. Daha doğrusu bu vurgun oyunlarından yararlananlar halka böyle belletmeye çalıştılar, güneşi balçıkla sıvamaya kalkarak. Günden güne arttı güçlüklerimiz, günden güne bozuldu dış ticaret dengemiz, çırpınıp duruyoruz kendi elimizle kazdığımız kuyudan çıkabilmek için. Her çırpınışta daha da derinlere batarak...” (1970)
Ne de olsa insan, kendini çevreleyen şartlara zamanla alışıyor, ayak uyduruyor, bir vurdumduymazlık, bir uyuşukluk sarıyor adamı. Gerçeklerin idraki bir çeşit sis perdesine dönüşüyor, silikleşiyor.
Uzun zaman karanlıkta kalan adamın birdenbire aydınlığa çıkınca gözlerindeki kamaşmayı düşünün. Gözler yavaş yavaş o karanlığa alışmış, bir şeyler görür olmuştur. Günün birinde dışarı çıkıp gün ışığıyla karşılaştıktan sonra eski yerine dönünce karanlığın üzerindeki etkisi bambaşka olacaktır.
Bugün artık dünyaya, göğsümüzü gere gere, gösterebileceğimiz bir edebiyatımız vardır. Bunu dünyaya tanıtmak biz edebiyatçılara düşer. Politikacılar gölge etmesinler, başka ihsan istemez.
Ne gelmişse başımıza dinden değil, dini çıkarlarına alet eden ve sömürmeyi önleyecek bir eğitime hep karşı çıkmış olan aşağılık çıkarcılar yüzünden gelmiştir.