"Kaçış yok babacığım, kaçış yok! Herkes ölecek. Kim mâni olabilir ki buna? Dalgalar kükreyecek aldıkları emir üzerine. Toprağın altı da üstü gibi coşacak öfkeyle. Ölüm, ürkütücü bir hayal değil, gerçeğin ta kendisi. Eğer akıllıysan ölmeden önce hazırlık yap, ölümden sonraki pişmanlık fayda etmez. Ruhunu teslim ettiğin zaman canın önce ayrılık ve hasrete katlanacak. Ölü bedenin yıkama tahtası üzerine konacak, dostlar yıkamak için başına toplanacaklar. Kimsesiz insan, kabre vardığı ve o karanlık yere girdiği gece öldüğünü anlayacak. Can bedenden çıkıp gidince ah edecek. Sonra melekler gelip 'Allah'ın ve peygamberin kimdir?' diye soracaklar. Eğer iyi işlerin varsa bülbül gibi konuşursun ve kıyamet vaktine kadar zamanın mutlu geçer. Günahı çok olan kişilerin dilleri tutulur, cevap veremezler. İyi insanlara cennet kapıları açılır, burunlarına güzel kokular gelir. Hak ve adaletten ayrılma sakın. Sırat köprüsünden seni geçirecek olan odur!" diye bağırdı.
Bir kitap okuyacaksın kadim zamanlara dair, okuduğun kahramanlar, feylesoflar, peygamberler hayatta mıdır şimdi? Bak yerdeki kemiklere, kim bilir kime ait? Senin şimdi okuduğun kitap da ezelden yazıldı. O yüzden olan olmuştur. Olacak olan da olmuştur."
Sevgili Dük, ben bu iki dünyanın arasında kaldım. İkisiyle de boğuşmak zorundayım. Padişah oğluyum ve padişah kardeşiyim ben. Şuna da bütün varlığımla inanıyorum ki ben bir padişahım ama aynı zamanda dünyanın en zavallı kişisiyim.