Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Dillerde Dolaşan Deyim ve Sözlerin, Gerçek Öyküleri

Deyimler ve Öyküleri 1

Selim Gündüzalp

Deyimler ve Öyküleri 1 Sözleri ve Alıntıları

Deyimler ve Öyküleri 1 sözleri ve alıntılarını, Deyimler ve Öyküleri 1 kitap alıntılarını, Deyimler ve Öyküleri 1 en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bize de mi lo lo?
*** ADAMIN BİRİSİ SIKIŞMIŞ, tefeciden borç para almış. Ancak borcunu vaktinde ödeyemediği için insafsız tefeci tarafından mahkemeye verilmiş. Adam, kendisine mahkemede şavunacak bir avukat tutmuş. Avukat: "Ben seni kurtarırım, sen mahkemede kadı ne sorarsa dilsiz taklidi yaparak 'lo lo' de. Sakın ağzını açıp konuşma" diye talimat vermiş. Mahkeme günü kadının bütün sorduklarına lo lo lo demiş ve avukat; benim müvekkilim dilsizdir, böyle bir borcu yoktur, haksız bir borç ile zavallıyı mağdur etmek istiyorlar, şeklinde müdafaalarla adamı kurtarmış. Ertesi gün vekalet ücretini almaya gelen avukata, adam yine dilsiz taklidi yaparak lo lo lo deyince, avukat kızmış: "Yahu demiş, herkese lo lo, bize de mi lo lo?" Bu deyim, "herkesi aldatabilirsin, ancak biz işin aslını biliyoruz!" anlamında kullanılır.
enteresan
VAKTİ AKTİYLE ANADOLU'NUN bir şehrinde, herkesin 'çıngıraklı baba' diye sevdiği, hürmet ettiği ve hatta keramet sahibi sanarak, manevî kuvvetinden çekindiği bir adam varmış. Yaşlıca, ak sakallı, ak sarıklı, esrarengiz biriymiş. Pabuçlarının burunlarına ve cübbesinin eteklerine yüzlerce ufak kuzu çıngırağı ve zil dikermiş. Onun uzaktan yaklaştığını bu çıngırak ve zil seslerinden herkes duyarmış. Çıngırak ve zillerin sebebini soranlara: "Efendim, insan bilmeyerek, görmeyerek, yerdeki karıncaları ve diğer ufacık mahlûkları çiğneyebilir ve günaha girer. Onları ayağımın altından ürkütüp kaçırmak için bu çıngırakları diktim" cevabını verirmiş. Bir gün hükûmet kuvvetlerinin uzun bir takip sonunda yakaladığı en azılı eşkiya çetesine bu çıngıraklı babanın reislik yaptığı mahkemede anlaşılmış. Herkes hayretten dona kalmış. O günden sonra halkın dilinde bu söz yer etmiş. Herhangi bir adamın doğruluğundan ve namusundan şüphe edildiği zaman şöyle derlermiş: "O kadar dürüst ve doğru bir insandır ki, etekleri zil çalıyor." Bu deyim, günümüzde, sevinçten eli ayağı birbirine dolaşmak, heyecanlanmak mânâsında kullanılmaktadır..
Reklam
Nane yemek
ARAPÇA'DA ekmeğin adı, 'nan'dır. Osmanlıca'da "nan-ı aziz" diye geçer. Üç beş medrese talebesi, Ramazan'da köylere teravih kıldırmaya gidiyorlarmış. Köyün birinde muhtardan nan-ı aziz istemişler. Muhtar: "O dediğiniz naneden bizim köyde bulunmaz" demiş . Kamımız aç. bize nan gerek" diyen talebelere; "Açsanız ekmek getireyim, biz öyle nan e yemeyiz" deyince, mollalar gülüşmüşler ve nan ın anlamını açık lamışlar . ••• Bu deyim, hiç olmadık yerde yanlış bir söz söylemek ya da yanlış bir iş yapmak manasında kullanılır.
Balık Kavağa Çıkınca
ESKi iSTANBUL, şimdikine kıyasla gerçek bir balıkı şehriymiş. Balığı da, balıkçısı da çokmuş. Tutulan balıkların satılması, Yemiş iskelesi ve Balık pazarından başlayan ve bu merkezlerin etrafında semt semt genişleyerek büyüyen pazarlarda yapılırmış . Balığın çok fazla tutulduğu günlerde ise, Tophane'den Rumeli Kavağı'na ve Üsküdar'dan Anadolu Kavağı'na kadar her yere çeşitli vasıtalarla götürülüp satılırmış. Rumeli ve Anadolu Kavağı'na kadar balık satıcıları­ nın gitmesi balığın çok bololduğu zamanlarda görülürmüş. O devirlerden bir günde ihtiyar bir kadın balık ala- cakmış. Fiyatını sormuş. Balıkçının istediği parayı çok pahalı bulduğundan "yarısını vereyim iş tamam olsun" demiş. Biçare balıkçı bu pazarlığa çok içerlemiş ve: "Hanım teyze" demiş . "O senin dediğin fiyata ancak balık kavağa çıktığı zaman satarız." ••• Bu deyim, bir işin hiçbir zaman olmayacağını anlatmak için kullanılır.
Rahmet okutmak :D
*** HIRSIZIN BİRİ GÜN GELİP, ihtiyarlamış ve nihayet Chastalanıp yatağa düşmüş. Öleceğini anladığından, Allah'a yalvarmağa başlamış: “Allah'ım, öleceğime gam çekmiyorum. Fakat ömrüm boyunca hırsızlıkla geçindim. Şunun bunun canını yaktım. Ben bu kadar günah ile senin huzuruna ne yüzle çıkacağım? Hesap vermeye nasıl geleceğim?Dünyada herkes benim arkamdan lânet okuyacak, sen beni affet Allah'ım..." diye yalvarıyormuş. Hırsızın, delikanlı bir oğlu varmış. Babasının yatağının baş ucunda bu yakarışı dinlemiş ve babasını teselli etmiş: "Baba, sen hiç merak etme. Ben seni her gün rahmetle andıracağım. Yüreğin rahat olsun..." Birkaç gün sonra babası ölmüş. Evin geçim yükü oğlunun omuzlarına yüklenmiş. Haylaz oğlan başlamış babasının mesleğini devam ettirmeye... Fakat öyle merhametsizce ve öyle gaddarca ev soyarmış ki, girdiği evde iğneden ipliğe ne varsa hepsini siler süpürür, torbasına doldururmuş. Eşyası dibinden süpürülmüş olan ev sahipleri, sabahleyin uyandıkları zaman, tamtakır kalan evde, ele alacak bir bardak bile bulamayınca, ne yapacaklarını bilemezlermiş. Şehirde herkes bu yeni hırsızdan yaka silker birbirlerine dert yanarken: kan "Yahu, babası da hırsızdı ama, yine Allah rahmet eylesin insaflı adamdı. İhtiyacı kadar bir şeyler alıp çıkardı. Lâkin bu mel'un oğlan, girdiği evi kökünden kurutuyor..." derlermiş.
Reklam
Şapa oturmak Kızıl Deniz'in bir adı da Şap Denizi'dir. Tuza benzeyen şap taşı bu denizden çıkarılır. Mercana benzeyen beyazımtırak ve dallı budaklı bir taştır. Suyun altında gelişerek büyür, gemiler için tehlikeli şap kayaları meydana gelir. Seyir ve denizaltı haritalarında normal seyre elverişli ve derin olarak gösterilen denizin hiç umulmadık bir yerinde gelişip büyüyen şap kayaları, geminin oturmasına sebep olur. Bu hâl, eskiden gemilerle Hic giden hacı namzetlerinin sık sık başına gelen felâketlerdendi. "Hacı gemisi yine şapa oturmuş mu?" diye merak ederlerdi. Beklenmedik bir olayın, şaşırtıcı bir haberin karşısında hayretten dona kalan, ümitleri suya düşen, hülyaları boşa çıkan bir adam için: "Duydun mu? Filanca şapa oturmuş" derler.
Mercimeği fırına vermek
*** ORTA ANADOLU'NUN hemen her şehir ve kasabasında mahalle fırınları vardır. Evlerde, dört kulplu büyük teknelerle hamurlar yoğurulur. Her evin nüfusuna göre haftalık ekmek yapılır. Akşam olunca bu fırınlara evlerden çömlekler, büyük tencereler, güveçler ve benzeri kaplar içinde, keşkek, işkembe, paça, nohutlu et, mercimekli et gibi pişmeleri uzun süren ve kuvvetli ateş isteyen yiyecekler gönderilir ve sabaha kadar güzelce pişerdi. Sabahleyin herkes fırına koşar, akşamdan koyduğu keşkeği veya etli mercimeği alıp sofrasına getirirdi. Mahallenin birisinde genç bir kız, komşularından güzel bir delikanlıya aşık olmuş. Delikanlı da kıza tutukmuş. Fakat muhit küçük, etraf dedikoducu olduğundan bir türlü buluşup konuşamazlarmış. Fırına keşkek, paça veya mercimek koyalım diye her gün akşam üzeri kızcağız anasına yalvarırmış. Anasının gönlünü edince, mercimek çömleğini kaptığı gibi akşamın alaca karanlığında evden çıkar, tenha bir köşede kendisini bekleyen oğlanla buluşup, hasret giderirmiş. Bir akşam üstü iki aşık o kadar muhabbete dalmışlar ki, mercimek çömleğini kızın omuzundan alan delikanlı, kızla beraber fırının kapısına kadar gelmiş. İçerideki kadınlar görüp gülüşmüşler ve ertesi gün dedikodu almış yürümüş: "Ahmet Efendi'nin Zeynep ile Hasan Ağa'nın Kâmil dün akşam üstü mercimeği fırına vermişler."
Dokuz doğurmak
VAKTİYLE ÇENGELOĞLU TAHİR PAŞA, İzmir'de bozuk olan asayişi düzeltmek için gece belli saatler arasında sokağa çıkma yasağı koymuş. Bir gece zaptiyeler, yasağa uymayanları toparlayıp hükûmet konağının avlusuna getirmişler. Sorgulamayı bizzat Paşa'nın kendisi yapıyormuş. Sırayla herbirine teker teker ağır ve terletici sorular sormuş. Paşa dokuzuncu sıradakine gelince yine sormuş: "Ya sen? Tellâlları duymadın mı? Ne diye sokağa çıktın bu geç vakitte." Adamcağız pür ter, pür telaş: "Paşa Hazretleri, karım doğuruyordu. Vallahi ebe aramaya çıktım. İki adım atmadan zaptiyelere yakalandım. Zavallı karım ne halde kaldı bilmiyorum." demiş.. Çengeloğlu bir hata ettiğini anladıysa da bozuntuya vermemek için sakalını şıvazlayarak: "Seni bu kez affediyorum. Fakat karın olacak hatuna söyle, bir daha böyle olur olmaz saatlerde doğurmaya kalkmasın" demiş. Zavallı adam, evine koşmuş, komşu kadınların biriktiği yatak odasına dalmış, nefes nefese lohusa döşeğindeki karısına seslenmiş: "Karıcığım nasılsın, neyimiz var?" Hasta kadın sitem etmiş. "Ayol sen ne biçim adamsın, hani ebe aramaya gitmiştin? Kim bilir hangi yerde eğlendin. Benim nasıl doğurduğumu biliyor musun?" Adam telaşla cevaplamış: "Bre hatun, sen ne sayıklıyorsun? Sen bir kere doğurdun. Ben sıradaki sekiz kişiden sorgu nöbeti bana gelinceye kadar dokuz doğurdum.” Bu deyim, merakla, sabırsızlıkla, birazda korkuyla beklemek mânâsında kullanılır.
Güme Gitmek
BİR ZAMANLAR, İstanbul'un dirliğini, düzenini de- netleyen Yeniçeriler, çarşı pazar dolaşıp yolsuz davranışlarda bulunanları toplar, aralarına katarak kış­ lalarına götürür, bir odaya kapatırlarmış. Suçlu buldukları adamları böylece odaya kapatırken de "Hooop gümm!" diye bağırmak da adetleriymiş. Suçlu diye toplananlar arasında, kurunun yanında yaş da yanar misali, zaman zaman suçsuzlar da olurmuş . Halk, bunlar için, "günahsız olmasına rağmen götürülüyor" anlamında "adam güme gitti" dermiş . ••• Bu deyim, boşa gitmek, harcanmak manasında kullanılır.
Reklam
Öfff... Cidden ömür törpüsü
*** Zülf-i yare dokunmak BİR AŞIĞIN SEVGİLİSİ çok alıngan ve her sözün altında başka mânâlar arayan evhamlı bir güzelmiş. Güzelliği eşi bulunmaz derecede göz kamaştırıcı olmakla beraber, evham ve alınganlığı da güzelliğinden daha üstün ve çekilmez durumdaymış. Yüzünün iki tarafından sarkan zülüfleri varmış. Aşık delikanlının en çok hoşuna giden de bu zülüflermiş. Bir gün onları bukle bukle sarkan ipeklere benzetecek olmuş, güzel gücenmiş: "Demek benim zülüflerim ipek telleri gibi cansız ve ruhsuz geldi sana öyle mi..." diye sitem etmiş. Genç aşık bir gün sevgilisiyle bahçede gezerken, hırçın ve hoyratça esen rüzgara kızmış; "Benim sevgilimin zülüflerini dağıtıyorsun" diye söylenmiş. Nazlı güzel bunda da bir mânâ bulmuş: "Anlıyorum, sen rüzgarı bahane ederek benim dağınıklığımı yüzüme vurmak istiyorsun. Saçlarımı ve zülüflerimi taramadığımı ima ediyorsun" demiş. Zavallı aşık artık o hale gelmiş ki, “ne desem zülf-iyare dokunuyor" diyerek, zülüf sözünü ağzına alamaz olmuş. ... Bu söz, hassas konular hakkında imâlı sözler söyleyerek, başkalarını tenkid etmek veya gücendirmek mânâsında kullanılır.
FİTİL, eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsüdür. Yine kullanılan bir ölçü birimi 'okka'nın dörtyüzde birine 'dirhem,' dirhemin dörtte birine 'denk,' denk'in dörtte birine 'kırat,' kırat'ın dörtte birine de 'fitil' denir. Yani bu fitil epey küçük bir orandır. İyi bir halin ya da güzel günlerin ardından, üzücü ve üzüntülü olayların yaşanmasından sonra 'burnundan fitil fitil geldi' deyimi kullanılır.
Bize de mi lo lo?
ADAMıN BİRİsİ SıkıŞMıŞ, tefeciden borç para al- mış . Ancak borcunu vaktinde ödeyemediği için insafsız tefeci tarafından mahkemeye verilmiş . Adam, kendisine mahkemede savunacak bir avukat tutmuş. Avukat: "Ben seni kurtarırım, sen mahkemede kadı ne so- rarsa dilsiz taklidi yaparak 'lo lo' de. Sakın ağzını açıp konuşma" diye talimat vermiş . Mahkeme günü kadının bütün sorduklarına lo lo lo demiş ve avukat; benim müvekkilim dilsizdir, böyle bir borcu yoktur, haksız bir borç ile zavallıyı mağdur etmek istiyorlar, şeklinde müdafaalarla adamı kurtarmış, Ertesi gün vekalet ücretini almaya gelen avukata, adam yine dilsiz taklidi yaparak lo lo lo deyince, avukat kızmış: "Yahu demiş, herkese lo lo, bize de mi lo lo?" ••• Bu deyim, "herkesi aldatabilirsin, ancak biz işin aslını biliyoruz!" anlamında kullanılır.
Fani Dünya:D
BİRKAÇ ARKADAŞ bir olup hava almak ve eğlenmek için dolaşmaya çıkmışlar. Köyün dışından geçen bir derenin kenarındaki patika yoldan giderlerken bakmışlar ki bir adam derenin akan köpüklü sularının tam ortasında, arkasında bir sandık, kafasında fıçı çenberinden yapılmış bir takke, ortasında sallanan bir çanla, çangur çungur ayakta çalkalanıp
İşin püf noktası
VAKTİYLE çömlekhanede çalışan bir kalfa, zaman gelmiş usta çıkmış, kendisi de başka bir yerde çömlekhane açıp imalata başlamış. Fakat kendisinin yaptığı çömlekler bir türlü tam parlak ve pırıl pırıl cilalı olmazmış. Yüzleri pürüzlü ve mat düşermiş. Ustasından öğrendiklerini aynen uyguladığı halde, bu hatanın nereden kaynaklandığını bir türlü anlayamazmış. Bir gün, eski ustasının çömlekhanesine giderek yapılan işleri bir kez daha dikkatle seyretmiş . Ustası kuruyan çömlekleri fırına verirken üzerlerindeki ince tozlara şöyle bir "Püüüüfff" diyerek üflüyor ve elindeki cila fırçasını ondan sonra sürüyormuş. Bunu gören yeni usta, kendi kendine şöyle demiş : "Her şeyi öğrendim ama, işin bu püf noktasına hiç dikkat etmemişim " ••• Bu deyim, ustalık gerektiren bir işin, dışarıdan bakıldığında zor görünen taraflarını kolayca yapabilecek yolları anlatmak için kullanılır.
27 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.