Uykusuz bir gece,ülkenin,sonsuz şiddet ve devrim konularını fısıldar gibi gelen parıltılı yıldızları ve mor-kara gökyüzüyle bir İspanyol gecesi aşk ve ölüm,Tanrı,ruh ve ölüm ötesi yaşam gecesi geçirmişti.
Güneşin tropikal kavuruculuğunda insanlar arasındaki çelişkiler daha uzlaşmaz bir duruma geldiler. Zenginlik daha çok bir ahlaksızlık,yoksulluk daha acı verici bir duruma gelmeye başladı.
İki kadın birbirlerinden ayrıldı. Birinci kadın,genç ve taze,otomobiline kurulmuş lüks bir otele doğru giderken ; ikinci kadın,yaşlı bir maymun gibi eli yüzü kırışmış eşeğiyle birlikte ilkel mağarasına dönüyordu. Birincisi yerine getirilememiş isteklerinin şiddetli nöbetlerince kemrilmişti, öteki içinde hemen hemen hiçbir hayat olmadan ilahiler söylemeye gidiyordu. Bunlardan hangisi daha mantıklıydı? Yoksa her ikisi de aynı derecede aptal, içinde bulundukları dünyaca aynı derecede akıllarını mı kaçırmıştı?
Sabahın erken saatleri olmasına karşın sıcaklık dayanılmaz derecedeydi. Eteklerinin ucuna kuru ot ve kaktüs dolanıyordu. Ayaklarının altından kertenkeleler akıp gidiyordu. Çöl benzeri step uykulu,melankolik bir sessizliğe gömülmüştü. Küçük kasabanın çanı bir cenaze törenini bildiriyordu. Ve bütün bunların üzerinde umutsuz mavi bir İspanya gökyüzü uzanıyordu.
Kül gibi yüzleri ve içeri çökmüş gözleriyle hastalar, çadırlardan dışarı göz attılar. Ay ışığı altında mezarlarından doğrulmuş cesetler gibi görünüyorlardı.
Bencilliğinin bilincindesin,kalbini kaplayan buzun farkındasın.. Böyle olmak istemiyorsun, fakat elinden bir şey gelmiyor. Ve işte bu nedenle sen kendine bile yabancısın ve bu nedenle bir dakika önce ellerini ısırıyordun, fakat şimdi sigaranı dudaklarının arasına sıkıştırarak onun gözlerini öylesine huzurla kapatıyorsun ki.. Korkunç ikili bir kişiliğin var. Bilincin bencilliğini alt edemiyor ve bencilliğin bilincini boğamıyor. İşte bu nedenle bu kadar mutsuzsun, bu nedenle acı çekiyorsun.