Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Doğu Batı-Makaleler 1

Halil İnalcık

Doğu Batı-Makaleler 1 Gönderileri

Doğu Batı-Makaleler 1 kitaplarını, Doğu Batı-Makaleler 1 sözleri ve alıntılarını, Doğu Batı-Makaleler 1 yazarlarını, Doğu Batı-Makaleler 1 yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
bugün toplumumuzda, kültür benliği aile içindeki geleneklerle yetişmiş bir genç ile seküler okullarda eğitim görmüş genç arasında birbirini dışlama psikolojisi her şeyden önce bir kültür çatışmasıdır.
Sayfa 229Kitabı okudu
Batı literatüründe Osmanlı İmparatorluğu'nun daima Türk İmparatorluğu (Turkish Empire) olarak tanımlanması, tamamen yanıltıcıdır. Devleti bir baba mirası sayan patrimonyal bir hanedan imparatorluğu olan Osmanlı Devleti'ni, 1923'te kurulan bugünkü Türkiye millî devletiyle özdeşleştirmek, Avrupa devletlerinin modern Türkiye ile ilgili meselelerde Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı zaman dışı haksız muamelelerinin nedenlerinden biridir. Yunanistan, Türkiye aleyhindeki çabalarında Batılılara daima bu görüşü kabul ettirmeye çalışır.
Sayfa 214Kitabı okudu
Reklam
Milletleri millet yapan tarihleri ve kültürleridir. Tarihsiz bir millet, kişiliğini kaybetmiş bireye benzer. Osmanlı tarihi, Türk tarihinin görkemli bir dönemidir. Avrasya imparatorluklarına kadar inen bir tarihî gelişimin son halkasıdır. Avrasya'da Çin ve Hint medeniyetleriyle alışverişte bulunmuş atalarımızın sonunda İslâm medeniyeti içinde yarattığı yüce bir devlet ve kültür kompleksidir. Onu bizler kurmuşuz. Bir hanedan imparatorluğu olmakla beraber Osmanlı'nın dili, kültürü Türk'tür. Millî kültür, uzun bir tarihî deneyimin oluşturduğu sonuçtur. Bugün millet olarak dilimiz, davranışlarımız, yaşamımızı örgütleyen örfüâdât, sanat ve ahlâk değerlerimiz, soyut bir felsefi düşünceden değil, Türk toplumunda tarih boyunca oluşmuş belli bir kültür kompleksinden gelmektedir.
Sayfa 207Kitabı okudu
Osmanlı Padişahları Neden Hacca Gitmemişti?
Patrimonyal devlette, yani devletin tamamıyla hükümdarın varlığına bağımlı olduğu bir devlette, onun kısa bir zaman için de olsa saraydan “gaybûbeti”, yani uzak bir yerde bulunması, anarşi unsurlarının harekete geçmesine fırsat verirdi. O zamanki koşullara göre hacca gidip gelmek aylar alırdı. Bu yüzden hac farîzası, devletin, dolayısıyla İslâm toplumunun selâmeti bakımından padişahlar için affedilmiştir. II. Osman, ulemânın etkisiyle hacca gitmeye kalkışınca yeniçeri başkaldırmış, onu feci şekilde katletmiştir (1622). Çünkü onun hac bahanesiyle Anadolu'ya geçeceği ve burada Anadolu Türklerinden bir ordunun başına geçip yeniçerileri yola getireceği söylentileri yayılmıştı.
Sayfa 202Kitabı okudu
Bazı Padişahların İçkiye Düşkünlükleri ve Eşcinsellik
Erkekler arasında işret meclisleri düzenleme, Doğu saraylarında ve elit arasında genel bir âdetti. Kadın, toplum hayatı dışına itildiğinden bu âdet, erkek toplumunda kaçınılmaz bir âdet halinde yerleşmiştir. Bir zafer veya başka bir vesile ile hükümdar ve elit saraylarinda gece işret meclisleri kurulur, şairler kasîde ve gazellerini söyler, mutrib ve hânendeler icra-yi ahenk ederler, sabaha kadar eğlenilirdi. Bu meclislere kadınlar katılmaz, genç oğlanlar hizmet ederdi. Günümüzdeki tartışma, geçmiş sosyal yaşam koşullarını bilmemek ve kendi toplum ve ahlâk inançlarımızla geçmişi muhakeme etmekten ileri gelmektedir. (Bu konuda E. Koçu, İstanbul Ansiklopedisi'ne bakılabilir; keza H. İnalcık Şâir ve Patron, Doğu Batı Yayınları, 2003).
Sayfa 197Kitabı okudu
İstanbul sarayına getirilen ve sonraları İtalya’ya kaçarak anılarını yazan Gian-Maria Angiolello’nın anlattığına göre, Sultan o dervişten hoşlanmıyordu, onun Çarşı’da fetihlerini anlatıp övmesini yasaklamıştı. Resim bittiği zaman Sultan, Bellini’nin bu derviş hakkındaki fikrini sordu. Israrı üzerine Bellini, gerçek fikrini ifade ile dedi ki, “bu bir divâne olmalı”. Sultan ekledi, “ben böyle bir deli tarafından methedilmek istemem”. Bellini yanıt verdi, “Öyleyse neden onu başşeyhiniz yapmıyorsunuz?”. Bunun üzerine Sultan, Bellini'nin dediğini yerine getirdi. Bu ilginç görüşmeden şu sonucu çıkarmak mümkün görünür: Fâtih dervişlere samimi olarak saygı duyduğu için değil, herhalde pratik siyasî düşüncelerle iltifatta bulunmuştur. Genç Fâtih’in Akşemseddin'le olan ilişkilerini de burada anımsamak yararlıdır. İstanbul'un fethinde evliyânın rolünü belirten şeyhe karşı Fâtih, onun fazlasıyla öne çıkmasına izin vermemiş ve sonunda Ak Şeyh, vatanı Göynük'e gidip inzivâya çekilmiştir. Bellini'nin resmini çizdiği derviş herhalde bizim Otman Baba olamaz; çünkü Velâyetnâme’ye göre, Otman 8 Recep 883/5 Ekim 1478'de ölmüştür.
Sayfa 158Kitabı okudu
Reklam
Velâyetnâme’ye göre Otman Baba, devrinde kâinatın ekseni kutb, bu ve öteki dünyada olacak şeyleri belirleyen tek güç olduğundan, Fâtih'in tüm zaferlerinden sorumlu sayılmıştır. Fâtih, tabii böyle bir iddiaya yabancıdır. Biliyoruz ki, İstanbul Fâtihi, Mısır Memlûk sultanına yazdığı fetihnâmede, devrinin en ileri gâzî sultanı olduğunu yazmış, sonraları İslâm'ın “gazâ kılıcınin” kendi elinde olduğunu ilân etmiştir. İstanbul'un fethinden sonra Akşemseddin, fethin evliyânın eseri olduğunu söylediği zaman Fâtih, bu şehir kılıcımla alınmıştır, yanıtını vermiştir.
Sayfa 154Kitabı okudu
Gökalp'e göre, her millet, canlılığını millî hayattan doğmuş, organik kurumları desteklemelidir. Millî gelenek, uluslararası nitelik taşıyan medeniyet ve din karşısında geriye çekilen bir unsur değildir. Millî kültür, milleti ileri götüren yaratıcı bir faktördür. Medeniyetten gelen ögeler, ancak ona aşılanmak suretiyle bir hayat ve gelişme imkânı kazanır; “âdî taklitte olduğu gibi çürüyüp düşmez.” Milletin ruhunda yaşayan canlı gelenekler, milleti bir bütün halinde tutar ve yükseltir. Buna karşı artık toplum bilincinde yaşamayan bir medeniyet veya dine ait kurallar, ölü alışkanlıklar olarak devam eder ve milleti gelişme yolundan alıkoyarlar. Tutucu kesim, mevcut kuralların değiştirilmesine küfür nazarı ile bakar; buna karşı radikal devrimci, millî vicdana yabancı olup olmadığını düşünmeden birtakım yeni kurallar getirmeye çalışır. Gökalp'e göre her ikisi de kültürün gerçek yapısını ve dinamiğini göz önünde tutmamaktadırlar (Türkleşmek, s. 14-15). Gökalp'in bu gözlemleri, bugün içinde bulunduğumuz kültür ve kimlik sorunlarımızı bütün çıplaklığıyla gözlerimiz önüne sermiyor mu?
Sayfa 111Kitabı okudu
Eisenstadt'a göre, “Modernleşmede çeşitli sosyo-demografik veya yapısal göstergeler, sadece geleneksel toplumun ne dereceye kadar çözülme yolunda olduğunu göstermekte, fakat geleneksel karakterini aşmış bir toplumun ne dereceye kadar gelişmiş olduğu ve nasıl bir toplum meydana geldiğini belirleyememektedir. Geleneksel ailenin, cemaat hayatının, hattâ siyasî yapıların tahribi, çoğu zaman kargaşanın, sosyal çöküntünün, suçluluğun artması ve anarşiyle sonuçlanmaktadır” (Doğu Batı, III-10, Nisan 2000, 92).
Sayfa 110Kitabı okudu
İslâm hukuk tarihinde örfün ehemmiyet kazanarak yeni bir devir açması Müslüman-Türk devletlerinin kuruluşu ile aynı zamana rastlar. İslâm devletinin dinî-siyasî ümmet telâkkisi karşısında, Türk-Müslüman devletlerinde, devlet, her çeşit otorite ötesinde siyasî ve icraî bir kavram olarak mutlak ve üstün bir nitelik kazandı, yalnız devletin ihtiyaçlarını göz önünde tutan bir örfî hukuk galebe çaldı. Bu gelişme, klasik hilâfet mefhumunu bile yeni bir şekle dönüştürdü. Ráhať’us-Sudúr’daki (yazılışı 1203) meşhur parça der ki, “İmamın vazifesi hutbe ve dua ile meşgul olmak... Padişahlığı (hâkimiyeti) sultanlara havale etmek ve dünyevî saltanatı onların eline bırakmaktır”. “İslam dinine en fazla riâyetkâr sayılan Türk hükümdarları bile, devlet otoritesini her şeyin fevkinde tutmuşlardır”(Fuad Köprülü).
85 öğeden 51 ile 60 arasındakiler gösteriliyor.