Agatha Christie'den okuduğum ilk kitap Doğu Ekspresinde Cinayet oldu. Henüz ilk sayfalardan, lise yıllarımda okusaydım çok daha fazla keyif alabileceğimi düşünsem de o sefer de kimi yerleri, kişileri, kurumları, olayları tanımayacağımdan hikâyeye yeterince giremeyeceğimi fark ettim. Orta Doğu'dan Avrupa'ya ilerleyen hikâyede Suriye illeri, İstanbul, Doğu Ekspresi, Vagon-Li Şirketi, Pera Palace, Tokatlıyan ve nicesi ile karşılaşmak bana gerçek bir polisiye ile uğraştığımı hissettirdi.
Diğer yandan, Poirot yolcularla tek tek görüşürken gittikçe daha fazla "önceden belirlenmiş bir şema doğrultusunda doldurulmuş bir hikâye okuyorum" hissine kapıldım. Bilmiyorum; belki polisiyeler böyledir, belki Agatha Christie'nin polisiyeleri böyledir. Tanıdık yerler, kişiler, kurumlar, olaylar olmadan aynı hikâye ile karşılaşsaydım doğrudan, sevmedim, diyebilirdim herhalde. Şimdi ağırlıkla onların hatrına pişman olmadığımı söyleyebiliyorum ama yakın zamanda bir polisiye daha okuyacağımı sanmıyorum.