Erzurum'un kışında giyecek bekleyen binlerce Mehmetçik, hiçbir zaman gelmeyecek giyeceklerin hayalini kurarak titremeye, ileri mevzilerde donmaya devam etti...
Az sonra tavandaki küçük pencereden şafağın söktüğünü gördü. Sabah oluyordu. Karısı uyanacak, daha elinin kınası solmadan ayrılığın narına yanacaktı. Göğsünde bir ağırlık vardı.
Boğulacak gibi oluyordu. Ayşe'ye askere gittiğini nasıl söyleyecekti? Gizlice kaçsa? Evet evet... Fark ettirmeden... Yoksa onun ağlayışına dayanamazdı.
Çabucak vazgeçti bu fikrinden kahpelik olurdu bu Ayşe'yi sırtından vurmak gibi bir şey... Yumuşacık ellerini avuçlarının içine alıp da gözlerinin içine bakacaktı. O sevdası ile 7 yıldır yanıp tutuştu ela gözlerinin... "Bak, anamı babamı Allah'a, seni de onlara emanet edirem. Namusuma bir halel getirme. Yolumu bekle... Yedi dağ ardına gitsem de geri geleceğim. Senin sevdan beni ayakta tutacak. Ne Moskof'un kurşunu ne Allahuekber'in kışı beni öldürecek. Gelecem. Yemin billah dayanamam. Açlığa, uykusuzluğa, derde, kedere dayanırım... Hatta Moskof kurşununa bile. Bir tek senin gözyaşına dayanamam."
Kendi kendine konuşmak kolaydı gün doğunca konuşabilecek miydi? Taze gelini bırakıp gitmeye dayanabilecek miydi?
Bastıkları yerleri toprak diyerek geçmemeyi öğrendiler. Şehitlerimizin aziz hatıralarını, yokluklarını, yoksulluklarını kalplerinde hissederek onlara minnet borcunu ödemek için kolları sıvadılar.