Güçlü bir devlet ne demektir? Her ne kadar birçok gözlemcinin sıklıkla kullandığı kriter bu olsa da, merkezi otoritenin keyfiliği veya acımasızlığı kesinlikle gücün gös tergesi değildir. Devlet otoritelerinin diktatörce davranışı genelde gücün değil zayıflığın işaretidir. Devletlerin gücü en kullanışlı haliyle şöyle tanımlanır: fiilen uygulanabilecek yasal kararlar alma yeteneği.
Kendi statü grubu kimliğinden -ulusundan, ırkından, dininden, etnisitesinden, cinsellik kodundan- emin olan bir hane halkı, üyelerini nasıl sosyalleştireceğini kesin olarak bilir. Kimliği daha az kesin olan, ama yeni de olsa türdeşleştirici bir kimlik yaratmaya çalışan bir hanehalkı da bu konuda oldukça başarılı olabilir. Sürekli olarak bölünmüş bir kimliğe sahip olduğunu açıkça kabul eden bir hanehalkının sosyalleştirme işlevini yerine getirmesi ise neredeyse imkansız olabilir ve bir grup olarak yaşamayı sürdürmesi güç olabilir.
Evrenselcilik pozitif bir normdur. Yani çoğu insan ona inandığını ileri sürer ve neredeyse herkes onun bir erdem olduğunu iddia eder. Irkçılık ve cinsiyetçilik ise tam tersidir. Onlar da normdur. ama negatif normlardır; çünkü çoğu insan onlara inandığını reddeder. Hemen herkes ırkçılık ve cinsiyetçiliğin kötü şeyler olduğunu beyan eder, ama yine de onlar normdur. Dahası, birer negatif norm olarak ırkçılık ve cinsiyetçiliğe uyma derecesi, en az erdemli evrenselcilik normuna uyma derecesi kadar yüksektir; aslında çoğunlukla insanlar evrenselcilik normundan çok daha fazla negatif ırkçılık ve cinsiyetçilik normlarına uyarlar.
Devlet güçsüzleştikçe, ekonomik olarak üretken faaliyetler yoluy la elde edilen servet azalır. Bu da sonuç olarak devlet aygıtının kendisini -düşük veya yüksek seviyede hırsızlık ve rüşvet yoluyla servet birikiminin başlıca yerlerinden biri, belki de başlıca yeri haline getirir. Güçlü devletlerde bunların olmadığı söylenemez -tabii ki
Dünya-sistemleri analizine gelince, ona göre aktörler, tıpkı sıralanabilir uzun yapılar listesi gibi, bir sürecin ürünüdürler. Öteden beri hep var olan atomik unsurlar olmayıp, ortaya çıktıkları ve üzerinde etkide bulundukları sistemik bir karışımın parçasıdırlar. Özgürce hareket ederler, ama özgürlükleri kendi yaşam öyküleri ve bir parçası oldukları toplumsal hapishaneler tarafından kısıtlanmıştır. Onların hapishanelerini analiz etmek, onları özgürleşebilecekleri azami derecede özgürleştirir. Her birimiz kendi toplumsal hapishanelerimizi analiz ettiğimiz ölçüde, kendimizi o kısıtlamalardan özgürleştirebildiğimiz ölçüde özgürleştiririz.