Dünya Sistemleri Analizi sözleri ve alıntılarını, Dünya Sistemleri Analizi kitap alıntılarını, Dünya Sistemleri Analizi en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Güçlü bir devlet ne demektir? Her ne kadar birçok gözlemcinin sıklıkla kullandığı kriter bu olsa da, merkezi otoritenin keyfiliği veya acımasızlığı kesinlikle gücün gös tergesi değildir. Devlet otoritelerinin diktatörce davranışı genelde gücün değil zayıflığın işaretidir. Devletlerin gücü en kullanışlı haliyle şöyle tanımlanır: fiilen uygulanabilecek yasal kararlar alma yeteneği.
Kendi statü grubu kimliğinden -ulusundan, ırkından, dininden, etnisitesinden, cinsellik kodundan- emin olan bir hane halkı, üyelerini nasıl sosyalleştireceğini kesin olarak bilir. Kimliği daha az kesin olan, ama yeni de olsa türdeşleştirici bir kimlik yaratmaya çalışan bir hanehalkı da bu konuda oldukça başarılı olabilir. Sürekli olarak bölünmüş bir kimliğe sahip olduğunu açıkça kabul eden bir hanehalkının sosyalleştirme işlevini yerine getirmesi ise neredeyse imkansız olabilir ve bir grup olarak yaşamayı sürdürmesi güç olabilir.
Evrenselcilik pozitif bir normdur. Yani çoğu insan ona inandığını ileri sürer ve neredeyse herkes onun bir erdem olduğunu iddia eder. Irkçılık ve cinsiyetçilik ise tam tersidir. Onlar da normdur. ama negatif normlardır; çünkü çoğu insan onlara inandığını reddeder. Hemen herkes ırkçılık ve cinsiyetçiliğin kötü şeyler olduğunu beyan eder, ama yine de onlar normdur. Dahası, birer negatif norm olarak ırkçılık ve cinsiyetçiliğe uyma derecesi, en az erdemli evrenselcilik normuna uyma derecesi kadar yüksektir; aslında çoğunlukla insanlar evrenselcilik normundan çok daha fazla negatif ırkçılık ve cinsiyetçilik normlarına uyarlar.
Devlet güçsüzleştikçe, ekonomik olarak üretken faaliyetler yoluy la elde edilen servet azalır. Bu da sonuç olarak devlet aygıtının kendisini -düşük veya yüksek seviyede hırsızlık ve rüşvet yoluyla servet birikiminin başlıca yerlerinden biri, belki de başlıca yeri haline getirir. Güçlü devletlerde bunların olmadığı söylenemez -tabii ki
Dünya-sistemleri analizine gelince, ona göre aktörler, tıpkı sıralanabilir uzun yapılar listesi gibi, bir sürecin ürünüdürler. Öteden beri hep var olan atomik unsurlar olmayıp, ortaya çıktıkları ve üzerinde etkide bulundukları sistemik bir karışımın parçasıdırlar. Özgürce hareket ederler, ama özgürlükleri kendi yaşam öyküleri ve bir parçası oldukları toplumsal hapishaneler tarafından kısıtlanmıştır. Onların hapishanelerini analiz etmek, onları özgürleşebilecekleri azami derecede özgürleştirir. Her birimiz kendi toplumsal hapishanelerimizi analiz ettiğimiz ölçüde, kendimizi o kısıtlamalardan özgürleştirebildiğimiz ölçüde özgürleştiririz.
...Tarihi görmezden gelme eğilimine gireriz. Parçaları bir araya getiremeyiz ve kısa vadeli beklentilerimiz gerçekleşmediği için sürekli olarak şaşırıp kalırız.
Fransız Devrimi ... dünya-sistemin jeokültüründe iki temel değişime neden oldu: Değişimi, siyasi değişimi "normal" bir fenomene, eşyanın tabiatında olan ve aslında arzulanan bir şey haline getirdi. Aydınlanma düşüncesi açısından merkezi öneme sahip ilerleme kuramının siyasi ifadesiydi bu.
Ve ikinci olarak, Fransız Devrimi egemenlik kavramını, monark ya da yasama meclisinden halka doğru yeniden yönlendirdi. Egemen olarak tarifi yapılan halk cini şişeden bir kez çıktığında, bir daha asla geri sokulamamıştır. Egemen halk düşüncesi tüm dünya-sistemin ortak aklı haline gelmiştir.
Sistem, sıradan insanları onların ruhlarını örgütlemek suretiyle tutsak alıyordu ve bu ruhların sosyalleşme sürecini bozguna uğratmak, toplumsal değişimin vazgeçilmez önkoşullarından biriydi.
Sonsuz sermaye birikimi zorunluluğu, sürekli bir teknolojik değişim ihtiyacını, sınırların -coğrafi, psikolojik, entelektüel, bilimsel sınırların- sürekli genişlemesi ihtiyacını yaratmıştı.
Ve sadece daha güçlü olan ve daha kıvrak davrana bilen hayatta kalır. iflasın ya da daha kuvvetli bir firma tarafından yutulmanın kapitalist işletmelerin günlük ekmeği olduğunu aklı mızdan çıkarmamalıyız. Bütün kapitalist girişimcilerin sermaye biriktirme başarısı göstermeleri hiçbir şekilde söz konusu değildir. Eğer hepsi başarılı olursa, muhtemelen her biri çok az sermaye elde edebilecektir. Bu nedenle, firmaların tekrar tekrar "iflas etmesi" sadece zayıf rakipleri ayıklamakla kalmaz, aynı zamanda sermaye birikiminin olmazsa olmaz bir koşuludur. Sermayenin sürekli olarak belirli ellerde yoğunlaşması sürecini açıklayan budur.