Okur-yazar oranının yüksek olması neyi ifade eder? Okur-yazar oranının yüksek olması halkın seviyesinin yüksekliğini gösterir mi? Zira yuzde 90 ortalamanın üzerinde okur-yazar oranı olan ülkemizde; insanların ömrü boyunca okuduğu kitap sayısının ortalaması kaçtır? Bu okur-yazar olanların yüzde kaçı okuduğunu anlayabiliyor? Yüzde kaçı bir konu hakkında bir şeyler yazabiliyor? Mantığını doğru bulmadığım üniversite giriş sınavında 12 yıl öğrencilik yapmış gençlerin Türkçe netleri ise ortada.
Bir üniversite hocasına sorsak; özellikle de vasat öğrencilerin geldiği bölümün hocalarına. Karşında 100 tane öğrenci lakin üniversiteye giriş sınavı net ortalaması yüzde 25-30 olan ve doğal olarak okuduğunu anlayamayan okur-yazar öğrenci mi istersin; yoksa üniversite giriş sınavı net ortalaması yüzde 90'ın üzerinde olan ve okuduğunu anlayan 3-4 öğrenci mi istersin?
Devletlerin amacı okur-yazar oranını yüksek tutmak olmamalı. Zira amaç bu ise ve yüksek oranlı sonuç başarı göstergesi ise zorunlu eğitim süresini iki yıl ile sınırlı tutarsın. Zira iki yıl gibi bir süre içinde, çocukları okur-yazar da edersin, onlara dört işlemi de öğretirsin.
“Eşitlik nutuklar atan kadının genellikle, bir iki çocuğu ve güzel bir dairesiyle dost ve arkadaşlarının sahip olduğu bütün statü sembolleri vardır. Aslına bakılırsa eşitlik mücadelesi veren kadınlar ev kadınlarını hor görür ve onlardan ayaktakımından bahsediyormuş gibi söz eder” dedi, Esther VİLAR.
Modern dünyanın senaristleri hem işin kolayına kaçıyor hem de kendilerini kazançlı çıkaracak eşitliği sağlamaya çalışıyor. Ezilenlerin durumunu iyileştirip herkesi eşitlemek yerine, ezilmemiş olanlarin da durumunu kötüleştirerek ezip; eşitliği sağlamaya çalışıyor.
“Kendini düşündüğü kadar başka insanları da düşünenler varsa” dedi, meczup ve şöyle devam etti sözüne: “Vallahi o toplum iflah olur”.
“Din ise salt çeşitli ibadetler değil, tüm insan hayatının nizamı, düzeni demektir” dedi, Üstad İhsan Süreyya SIRMA.
Direneceğiz...
Zayıf yönlerimize, zaaflarımıza, nefsimize, cahilliğimize ve tüm
Sabırlı olacağız ama sabırsız tahammüllü olmayacağız!
“Geceye yenilmeyen her kişiye ödül olarak bir sabah, bir gündüz, bir güneş vardır” dedi, Üstad Sezai KARAKOÇ.
Fabrika ayarlarına döndüğünde toplum; sonradan yüklenen korsan programlar temizlenir...
Halkımızın üzerinde ne kadar kötü hasletler olsa da, olumlu birçok yanı vardır! O olumlu yanlar ise dini ve manevi değerlere saygısıdır, mayasının hâlâ tutacak kıvamda olmasıdır, toz tabakası ile kaplanan cevherinin ufacık bir azimle meydana çıkmasıdır...
Elindeki sigara ile yolda öğretmeniyle karşılaşan öğrencinin malhcubiyeti, sarhoş haldeki adamın mahalle imamını gördüğünde duyduğu utanç, içki şişesini gazete kâğıdına saran müptela, faiz almasa da faiz verdiği için utanç duyan sömürülen, ezan okunduğunda bacak bacak üstüne attığı oturuş pozisyonunu bozup kendine çeki düzen veren, yerde bulduğu cüzdanın kime ait olduğunu öğrenmek için utanarak içine bakan emanet ehli, başkalarının başına gelen musibete üzülüp sevincine ortak olan bu gibi insanlar toplumumuzda olduğu sürece günahın içine batsak da; özümüzdeki ahlak cevherinin hâlâ yerinde durduğu ortadadır.
Konu buraya gelmişken Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç'in şu sözlerini hatırlayalım: “Görüyorsunuz! Allah karşımıza acı veren bir imtihan çıkarmıştır. Boğazlandık, kadın ve çocuklarımız öldürüldü, camilerimiz yıkıldı. Ama biz kadın ve çocukları öldürmeyeceğiz, kiliseleri yakmayacağız. Bunu yapmayacağız, çünkü bu bizim yolumuz değil. Biz muzaffer olacağız, çünkü biz başkalarının dinine, milliyetine ve farklı kanaatlere saygı gösteriyoruz ve çünkü bu zor durumumuzda bile temiz insanlar olmaya çabalıyoruz. Ve başkalarının ibadethanelerini yıkmak bize her halükârda yasaklanmıştır”.
Meydana bu mantıkla çıkanlar için şöyle diyor Gökhan ÖZCAN: “Hakikat yolunda mücadele edenler şunu bilirler; matematiğin hakikati, hakikatin matematiği karşısında acizdir. Hakikat zırhıyla girilen hiçbir savaşta mağlubiyet olmadığını bilen, galibiyetini savaş başlamadan ilan eden insanlar da var”.
Toplumumuzun olumsuz bir yönü de devamlı günah keçisi bulmaya çalışmasıdır. Yeni neslin olumsuz hallerini ilk önce eğitim camiasına fatura ediyoruz. Eğitimcilerin elinde sihirli değnek olduğu zannına kapılıyoruz ve bu sihirli değneği kullanmadığını düşünerek hocaları suçluyoruz. Kendi görevlerimizi de onlara yaptırmaya çalışıyoruz. İhmal ettiğimiz çocukların ihmalkâr davranmasını onlardan biliyoruz. Çocuklarımıza maddi anlamda güzellikler vermeye çalışırken manevi anlamda güzellikler veremiyoruz. Güzelliğin bakımsız kalınca çabuk kaybolduğunu bilmiyoruz. Gülün kısa sürede solduğunu ve dikeninin sene boyunca yerinde durabildiğini göremiyoruz. “Çocuklarımıza nasıl bir dünya bıraktığımız kadar, dünyaya nasıl çocuklar bıraktığımız da önemli” dedi, Kemal SAYAR.
Bir günah keçisi bulmaya ihtiyacımız varsa herkes kendine baksın!
Bu günah hepimizin...