Acıda eşini bulan insan kendinde sesini bulur. Ne bitip tükenmez bir sustur sesin içinde halkalar halinde savrulduğu; her yön bir kayboluşa peygamberdir. Sonra ki kırık eşik, toz mu duman mu olur yoksa yer mi yeksan olur bilinmez, sadece sancının o kırık kaburgasından bir can saçılır ve insan en çok da ona ölürken insanlaşır. Bilmez yaşamak denilen kafesin nimetlerini; eller, kollar, yüz ve sima bir pranga halini alır, işte o zaman insan kendi olduğu her şeyin sonu olarak anılır. Suçlanır, yargılanır, yüzüne tükürülür, hakaret edilir. Çünkü insan kendi kendinin cinayetidir. Çünkü olduğu ne varsa hepsinde azar azar öldürür kendini. İnsan reddedilmiş hiçliktir.
Baktı ki dokunmak bir süre sonra tuzun içinde
yitmekle aynı.
Yaranın içine sızıp bir tarih,bir anı olana değin
içinde gezindi.
Olmak da bir teşebbüstü;
bir teşebbüs içinde oldurdu kendini!..
İçe çekilmek,vazgeçmek,içe dönmek,
ne kadar da benzer dikenin batışına,
tırnağın içine bir kıymığın saplanışına!
Hayır, tesadüf değil!
"İnsan kendine saplanan, kendine batan bir dikenden öte nedir?.."