Frankenstein... Lord Byron ve kendi eşinin de aralarında bulunduğu bir ev ortamında, o dönemde popüler olan hayalet hikayelerinin bir benzerini yazma kararı alan bu grubun tek kadın üyesi olan Mary Shelley, aklına yazacak herhangi bir şey gelmediği için günlerce kıvrandıktan sonra, bir imge olarak zihnine düşen, ardından burada çöreklenen, kendisinin uykusunu kaçıracak kadar korkunç bir kitap olarak kıvılcımlanan düşünceyi, Frankenstein olarak var eder.
Frankenstein, tam adıyla Victor Frankenstein, doğa bilimleriyle, bilhassa kimyayla ilgilenen, cansız maddeye can vermeye heves ettikten sonra aylarca bu yolda çaba harcayıp, mezbahadan topladığı parçaları bir araya getirip ona can verme amacı güden bir bilim insanıdır. Bu çabası bitimsiz inadının karşılığında sonuç verir ve yaratığı canlanır. Öyle çirkin, öyle korkutucu bir şeydir ki bu varlık, yaratıcısı onu terk edip kaçar. Aylarca hastalanacak kadar etkilemiştir kendisini bu tecrübe.. İşte Frankenstein'ın canavarı böyle doğar.
Fakat bir yaratıcı yaratığına sırtını döner mi? Onu nasıl yalnız bırakır? Böyle çirkin bir şekilde onu var edip dünyaya saldıktan sonra, herkesin kendisinden iğrendiği bu canavar, yaratıcısını bulup buna hakkının olup olmadığının hesabını sorar ve bazı taleplerde bulunur. Yaratan ve yaratılanın bir yüzleşmesidir bu.
Bu yaratığın canlandıktan sonra çevresini nasıl algıladığını, nesneleri nasıl ayırt etmeyi öğrendiğini, çevresindeki insanların konuştuğu dili nasıl öğrendiğini, etrafında olup bitenlere dair duygu ve düşüncelerinin nasıl bir gelişim ve seyir izlediğini ve sonrasında yaşanan deli dehşet olayları okura bırakmalı.