"Hıçkırarak değil de,sessizce gözyaşı dökebiliyorsa o insan,bilin ki ruhunun hıçkırıklarını dindirmeyi öğrenip başarmıştır.Aslında en acılı ağlama da sadece gözyaşı dökmekten ibaret olanıdır..."
"Sen hiç Amerika'ya gittin mi?"
"Evet."
"Nasıl bir yer?"
"Güzel bir yer; ama fazla kalabalık."
"Sen kalabalığı sevmiyor musun?"
"Sevmiyorum."
"Ben seviyorum. Kalabalıkta insan kaybolabilir. Kimse sana bakmaz ya da yargılayacak kadar seni tanımaz." Bakışlarımı camdan dışarı çevirerek, kalabalığın içinde kaybolmanın nasıl bir his olduğunu düşünmeye başla dım. "Kalabalıkta hepimiz aynıyız."
Bir süre sessizlikten sonra; Timur, boğuk bir sesle, "Kalabalıkta düşmanın geldiği yönü göremezsin," dedi.
Peki ya, düşman senin kendi beyninin içindeyse?
"Hint açelyası, her şey bitti demek."
"Onu hiç cezalandırdın mı?"
"Hayır... O, en başından beri cezalandırılmayı hiç hak etmedi. "
"Beni cezalandıracak mısın?"
"Bu senin cezandı... Yarın seninle petunya alacağız."
"Petunya ne demek?"
"Umudunu yitirme..."
Bakışlarımı etrafta dolandırırken, yakınımda duran setin üzerinde bir grup rengârenk çiçeğe takıldı gözlerim. Çoklu dalların üzerinde, minik çocuk hırkası süslerini anımsatan birden fazla sevimli çiçek çok güzel gözüküyordu. Elimi uzatarak, “Bunlar ne çiçeği? Anlamı ne peki?” diyerek dokunacakken; Timur, ani bir hareketle bileğimi kavradığında canım acıyarak çıktığım kabuğa çekildi.
“Dokunma sakın!”
“B-b-b-be-be-ben…” Lanet olsun gene kekeliyordum ve yemin edebilirim ki Timur bana acıyan gözlerle bakıyordu! Kahretsin!
“Onlar frezya…”
Yumduğum gözlerimi kaybolmak istercesine karanlığa boğarken, Timur’un erkeksi sesi kulağımın dibinde yankılanıyordu: “Suçsuzluğu temsil ediyorlar.”
Aramızda oluşan sessizlik boyunca gözlerimi açarak ona bakabileceğimi sanmıyordum; ama az önce acıyan bileğimde hissettiğim yumuşak ve kışkırtıcı dudaklar bir anda yüreğimin yerinden oynamasına sebep oldu.
“Özür dilerim, moraracak.”
“Önemli değil…”