Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız Arasındaki Yazar : Cengiz Dağcı

Abdulvahap Kara

En Eski Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız Arasındaki Yazar : Cengiz Dağcı Sözleri ve Alıntıları

En Eski Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız Arasındaki Yazar : Cengiz Dağcı sözleri ve alıntılarını, en eski Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız Arasındaki Yazar : Cengiz Dağcı kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İnsanlar birbirinden korkuyordu. Bu yüzden komşuluk ve akrabalık ilişkileri bozulmuştu.
Allah her millete bir dil verdiği gibi, biz Türkistanlılara da bir dil vermiş.
Reklam
Türkiye'ye karşı bir hayranlıkla büyümüştü. Onu uzak bir vatan olarak algılamıştı. Her Türk neslinden insanın oraya rahatça girip çıkabileceğini sanıyordu. Davetiye için Kırımlı olması, Türk olmasının yeterli olduğunu zannediyordu. Yanılmıştı.
Sayfa 114Kitabı okudu
Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne savaş ilan etmesinden sonra Türk illerinden 50 yaşına kadar olan bütün erkekler silah altına alınmaya başladı. Sovyet yetkilileri, Türk aydınlarının özellikle askere alınmasına itina gösterdiler. İlmî kariyeri olanlar da askere alındılar. Çünkü, Stalin yönetimi, savaş sırasında aydınların halkı Moskova'ya karşı ayaklandırmasından endişe etmekteydi. Türk asıllı erler kısa bir eğitime tabi tutulup hemen ateş hattına sürdürülüyordu. Ertürk, Sovyet yönetiminin bununla Türk gençliğinin imhasını amaçladığını söylemektedir.
Sayfa 12 - Ufuk Ötesi Yayınları, 2. Baskı "Dipnot"Kitabı okudu
Taşkent Hukuk Enstitüsü Müdürü Hüseyin İkram, 1939 sonbaharında iyi yetişmiş öğretmen arkadaşlarıyla askere alındıklarını söylemektedir. Ertürk, 1939 yılından itibaren toplu hâlde askere alınmaya başlayan Türk gençlerinin sayısı 1940'ta iki milyonu buldu demektedir. Oysa, 1939'dan önce Sovyet ordusundaki Türklerin sayısı on bini geçmemekteydi. Ertürk, ayrıca Türk asıllı askerler hakkında Stalin'in gizli bir talimatı olduğunu söylemektedir. Buna göre, savaş olduğu zaman cepheye önce Türk asıllı olanlar sürülecektir.
Sayfa 12 - Ufuk Ötesi Yayınları, 2. Baskı "Dipnot"Kitabı okudu
Reklam
Stalin'in zulmünden bezen halk da Almanların saldırısını sevinçle karşılamıştı. Ağustos ayında Ukrayna, Beyaz Rusya ve Baltık ülkelerinin halkları işgalci Alman askerlerini sevinç alameti olarak ellerinde tuz ve ekmekle karşıladılar.
Sayfa 28 - Ufuk Ötesi Yayınları, 2. Baskı "Dipnot"Kitabı okudu
Stalin 1940'a kadar ordunun en dirayetli generallerini imha etmişti. Bu yüzden Rus ordu kurmayları savaşmak istemiyordu. Bu sebeple savaşmadan teslim olan Sovyet subayları ve askerleri çoğunluktaydı. Almanlar iki ay içinde üç milyondan fazla asker ve subayı esir aldı. Tarihte hiçbir milletin ordusu düşmana bu kadar kısa zamanda bu kadar çok sayıda esir vermemiştir.
Sayfa 44 - Ufuk Ötesi Yayınları, 2. Baskı "Dipnot"Kitabı okudu
... Dağcı da cesetleri taşıma ve çukura atma işlerinde çalıştırıldı. İlk seferinden dönüşteki duygularını, Korkunç Yıllar romanında şöyle dile getirmektedir: "Ölüleri çukura odun devirir gibi devirip geri hastaneye dönüyoruz. Kimse konuşmuyor. Gök renksiz, alçak... Yerle gök aynı yası tutar gibi. Dünya sessiz ve sağırdı. Hayat kiminle beraber gidiyor? Ölülerle mi, yoksa ölüleri çukurlara taşıyanlarla mı?" Bu olaylarla ilgili olarak Biz Beraber Geçtik Bu Yolu romanında da şunları yazmaktadır: "Hiç kimseden ses çıkmadı. Hiç kimse hiç kimseye bakmadı. Hiç kimse hiç kimseye bir sözcük söylemedi. Akıllar donmuştu. Donmamışlarsa da kimin ne düşündüğünü öteki bilmiyordu."
Sayfa 45 - Ufuk Ötesi Yayınları, 2. Baskı "Esaret ve Nazi Kampları"Kitabı okudu
Kampta Yahudi olduğu anlaşılan esirler hemen öldürülüyordu. Bir Yahudi'nin tespitinde en büyük kanıt sünnetli olmasıydı. Almanlar başlangıçta sünnetli oldukları için Müslümanları da Yahudi zannettiler. Bundan dolayı birçok Müslüman esiri, Yahudi zannederek kurşuna dizdiler. (...)
Sayfa 47 - Ufuk Ötesi Yayınları, 2. Baskı "Esaret ve Nazi Kampları"Kitabı okudu
Reklam
Başka bir dil bilmenin nerede işe yarayacağı belli olmaz
Kamplarında Almanca bilmek bir esir için büyük bir talihti. Hatta bu hayatta kalmanın şartlarından biriydi. Bir esir Almancayı yarım yamalak bilse bile, kampta kendisine iş veriliyor ve bir iki lokma fazla yemek yeme şansına sahip oluyordu. Ertürk, hatıralarında Mariupul kampında 200 bin esirden hayatta kalan iki binin arasında olmasını, fakültede iki yıl boyunca aldığı Almanca derslerinden öğrendiği yarım yamalak Almancasına borçlu olduğunu ifade etmektedir.
Sayfa 49 - Ufuk Ötesi Yayınları, 2. Baskı "Dipnot"Kitabı okudu
... Ama vatanlarına dönenler bin pişman edilecek, çeşitli cezalara çarptırılacak, hapse atılacak, sürgüne gönderilecek veya kurşuna dizilecekti. Çünkü, Stalin, Almanlara esir düşenleri vatan haini ilan etmişti. Stalin'e göre Almanlarda Sovyet esirleri yok, sadece vatan hainleri vardı. Esirlerin kamplarda çektikleri Stalin'in umurunda bile değildi. Stalin onlara yaşama hakkı tanımıyordu. Onun düşüncesine göre, Almanlara esir düşmeyecekler, Alman kurşunlarına hedef olup ölüp gideceklerdi. Eğer cephede ölmemişler, esir düşmüşlerse ve esaretteki onca sıkıntı ve çileden sonra, hâlâ sağ kalabilmişlerse, Sovyet kamplarında, hapishanelerinde, sürgünlerde en ağır cezaları çekmeliydiler ve hatta kurşuna dizilerek ölmeliydiler. Bunu bilen, bu gerçeğin farkında olanlar, savaştan sonra Sovyetler Birliği'ne geri dönmemek için her türlü çareye başvuracaklardı. (...)
Sayfa 51 - Ufuk Ötesi Yayınları, 2. Baskı "Esaret ve Nazi Kampları"Kitabı okudu
Şubat 1943'te Krakov kampına getirilip Türkistan Lejyonuna dahil edilen İkram Han lejyondaki ilk gününü şöyle anlatmaktadır: "Sovyet ordusunda rüyamıza dahi girmeyen çikolataları yiyip sigaraları içtik ve barakalarda yattık. Sabah erkenden banyo yaptık. Çıkarken yeni Alman asker üniformalarını giydik. 8-9 ay cephelerde doğru dürüst yıkayamadığımız üniformayı çöpe attık. Banyodan çıkışta Almanların elimize üniforma verip 'bunları giyin' demesi bize sürpriz oldu. Giyerken birbirimize bakıp hayretten ne diyeceğimizi bilmiyorduk. 'Neydik, ne oluyoruz?' şeklinde şaşkın şaşkın düşünürken, aramızdan birisi, 'Vallahi sonunda Alman askeri de olduk. Bu da kaderimizmiş' dedi. Herkes bu acayip duruma kısmet diyerek güldü." Dağcı yabancı üniforma içinde önce vücudunun üşüdüğünü, sonra duygusallığını yitirdiğini, ardından da vücudunun kirlendiğini hissetti. Daha birkaç gün öncesine kadar kendilerini esir eden ve her türlü zulmü yapan ordunun üniformalarını giymek kendisini şaşkına çevirmişti.
Sayfa 58 - Ufuk Ötesi Yayınları, 2. Baskı "Esaretten Kurtuluş ve Türkistan Lejyonu"Kitabı okudu
Lejyon birliklerine, gönüllü kıtalar deniyordu. Çünkü, savaş esirlerini, zorla kendi ordusuna karşı savaştırmak uluslararası anlaşmalara aykırıydı. Bu konuda Türkistan Lejyonunda üst kademe yöneticilik yapmış olan ünlü tarihçi Baymirza Hayit şunları söylemektedir: "Esirleri kendi devletleri aleyhine silahlandırmak uluslararası kaideye tersti. Bunun için esirlerden 'gönüllü' olduklarına dair iki nüsha imzalı yazı alınıyordu. Bunların bir nüshası Cenevre'ye gönderiliyor, bir nüshasını da kendi arşivlerinde saklıyorlardı. Bunlarda 'Gönüllü olarak Türkistan ordusunda Sovyetler'e karşı savaşmaya hazırım. Bunun için and içiyorum' diyorduk."
Sayfa 59 - Ufuk Ötesi Yayınları, 2. Baskı "Esaretten Kurtuluş ve Türkistan Lejyonu"Kitabı okudu
Sovyetler Birliği, Alman esir kamplarındaki askerlerinin ağır durumuna seyirci kaldı. 29 Temmuz 1929 tarihli savaş esirleriyle ilgili Cenevre Antlaşması hükümlerinin esirlerin ağır şartlarının iyileştirilmesini talep etmek hakkını kullanmadı. Çünkü Sovyet yönetimi Almanlara esir düşen Sovyet askerlerini birer vatan haini olarak görmekteydi.
Sayfa 59 - Ufuk Ötesi Yayınları, 2. Baskı "Esaretten Kurtuluş ve Türkistan Lejyonu"Kitabı okudu
33 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.