Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gavsiye Açıklaması

Ahmed Hulûsi

Gavsiye Açıklaması Gönderileri

Gavsiye Açıklaması kitaplarını, Gavsiye Açıklaması sözleri ve alıntılarını, Gavsiye Açıklaması yazarlarını, Gavsiye Açıklaması yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Gaybî
Dost iline girmeyen Varın dosta vermeyen Hakk’ı burda görmeyen Yarın göresi değil!    İkiliği silmeyen Hakk’ı burda bulmayan Gaybi kendin bilmeyen Rabbin bilesi değil.
benlik'ten geçenin yaridir Allah !
Gizli, ayân hep SEN imişsin, “ben” gâfil; Gönül ve can SEN imişsin, “ben” gâfil; Cihanda senden nişan aradım; Meğer cümle cihan SEN imişsin; “ben” gâfil!..
Reklam
−Yâ Gavs-ı Â’zâm. İndîmde avam gibi uyuma, beni görürsün! Sordum, dedim ki: −Yâ Rabbi, indînde nasıl uyuyayım? −Cismin lezzetinden sıyrılarak; nefsin şehevâtından arınarak; ruhun anlık kaymasından kurtularak; ve zâtınla fenâ bularak uyu!
Yâ Gavs. Dünya geçidinden çık ki, âhirete vâsıl olasın; âhiret geçidinden de çık ki, bana vâsıl olasın Dedim ki… −Yâ Rabbi, hangi namaz sana daha yakındır? −O namaz ki, içinde benden başkasının kalmadığı, kılanın içinde kaybolduğu!
Yâ Gavs. Cennet ehli cennetle meşgûldür; azap ehli ateşle meşgûldür! Sen ise “BEN”imle meşgûl ol!
− Yâ Rabbi… “Aşk”ın mânâsı nedir? −Yâ Gavs! Âşık ol bana! Âşık benim, aşk benim! Kalbini benden gayrından çevir ve fariğ kıl! Ahmed Rufaî, Abdülkâdir Geylânî, Fahreddin Irakî, Mevlâna Celâleddin gibi birçok zevâtı kirâm Allâh’tan, “Aşk” ismiyle söz etmişlerdir çeşitli zamanlarda... “AŞK benim”; sevilecek, öylesine sevilecek ki, uğruna her şeyden vazgeçilecek; öylesine ki, benliğinden bile vazgeçilmek suretiyle O’nda yok olunacak varlıktır “AŞK”! Aşk, O olduğu gibi; âşık da O’dur. Çünkü O’nun dışında vücudu olan bir varlık yoktur! Ve dahi mâşuk, yine kendisidir! Sevgi, sevdiğin, seven hep O’dur! Kim, ne zaman, nerede, neyi severse sevsin; sevdiğinin ismi ne olursa olsun, gerçekte sevilen hep O’dur!
Reklam
Gördüğün kadar düşünmek yerine; düşünebildiğin kadarını görebilmektir amaç!
Eğer bir kişi, kendini sadece bu et-kemik beden olarak varsanıyor, âlemi de beş duyuyla algıladıklarından ibaret olarak kabulleniyor ise; kendisinin, beden ve ruhun ötesinde “şuur”dan ibaret bir bilinç varlık olduğundan haberdar bile değilse, o kişi hiç uyumadan daima ayakta dolaşsa dahi “uyku” hâlindedir
Nitekim, bir hadîs-î kudsîde şöyle denmektedir: “Aç kaldım, beni doyurmadın; hasta oldum, beni ziyaret etmedin!” Buradaki işaret; sûretin, ismin ardında mevcut olan gerçek ve mutlak Zât’ınadır! Çünkü, hor hakir gördüğün, aşağıladığın, suçladığın isimlerin ardındaki fâili hakiki O’dur ve Esmâ-i ilâhî O’nundur! Ve sen, bu perdeliliğinden dolayı af dileyip tövbe etmedikçe, ettiğine pişman olup, gerçeğin hakkını edâ etmedikçe perdelilikten asla kurtulamaz; bu hâlinle ölüm ötesi yaşama geçersen, ebediyen âmâ olarak kalırsın!
Varlıkta her ne algılıyorsak ve algılanıyorsa, hepsi de Allâh’ın isimlerinin işaret ettiği mânâların terkibinden meydana gelmiş olmasına rağmen, dolayısıyla o ismin ardındaki varlık Allâh olmasına rağmen, Allâh’tan gayrı bir varlığın orada mevcudiyetinden söz edilememesine rağmen; gene de o varlığa “ALLÂH” denilemez! Çünkü bu takdirde o varlık ve ihtiva ettiği mânâ ile Allâh isminin işaret ettiği varlığı, kayıt altına almış oluruz! İşte bu sebepledir ki; Algıladığımız ve algılanan her varlıkta, her zerresinde ve boyutunda, Allâh’ın varlığı dışında hiçbir şey olmamasına rağmen; yine de ona asla “Allâh” denilemez ve böyle bir yanlış anlama sonucu verilecek hükümden Allâh kesinlikle münezzehtir! Zira “Allâh”, her türlü mânâ ile kayıtlı olarak düşünülmekten berî, sonsuz - sınırsız AHAD’dır!
Reklam
Yemesi, içmesi, mekânı, hayatta duruşu, yayılışı ve konuşuşu ve susuşu, yaptığı işi, teveccüh ettiği şey, göremediği ve bilemediği her şey hep O’dur! Çünkü, kâinatta hangi isim altında her ne mevcut ise, hepsi de, Allâh isimlerinin işaret ettiği mânâların bir terkip şeklinde açığa çıkmasından başkaca bir şey değildir! Kâinat yoktur, sadece Allâh vardır demek; bu algıladığımız kâinat yoktur değildir! Kâinat diye, Allâh’tan ayrı, kendi başına vücud ve varlığı olan bir yapı yoktur, demektir. Zira her zerrede ve noktada, mahal ve mekân söz konusu olmaksızın mevcut olan Vâcib-ül Vücud Allâh’tır. Algılanan ise, O’nun isimlerinin işaret ettiği mânâlardır. Dolayısıyla, insan var olmayıp, insanda zâhir olan, tüm mânâlarıyla “Allâh isimleri” olduğuna göre, insan ismi ardından konuşan “Allâh” olur ki; elbette O da der: “Bütün nefislerdeki NEFS’im BEN! Mülk benimdir... Ve o mülk, benim mânâlarımla mevcuttur!”
“Fakr’ımla iftihar ederim” anlamındaki hadîs-î Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın burada işaret etmek istediği mânâ, işte yukarıdaki beyanın da açıklamasıdır... Bu demektir ki; “Yokluğum ile iftihar ederim!”… Yanlış anlamayalım, yoksulluğum ile değil! Yani, Allâh’ın varlığı ve vücudu yanında, benim de bir varlığım ve vücudum var değil... Sadece Allâh var ve ben, aslım hakikatim itibarıyla, YOKum!
Buzdan yapılmış heykeli sudan ayrı bir şeymiş gibi kabul edebilirsin, ama işin aslına vâkıfsan bilirsin ki, gerçekte var olan, buzdan heykel değil, sudur. Bunun gibi, ilâhî isimlerin mazharı olarak var olmuş ve isimlerin mânâları ile kaîm varlık olan insan, vücud itibarıyla hiçbir zaman mevcut olmamıştır. Var olan yegâne mevcut Allâh’tır! Bu anlaşılır ise, görülür ki, insanın sırrı gerçekten Gavs-ı Â’zâm Abdülkâdir Geylânî tarafından bize nakledildiği üzere, Allâh’tır!
Sonra sordum Rabbime, dedim ki: −Hiç mekânın olur mu? Dedi ki: −Yâ Gavs-ı Â’zâm... Ben, mekânın mekânıyım! Benim mekânım olmaz! Ben, insanın sırrıyım!
Yâ Gavs-ı Â’zâm... Hiçbir şeyde zâhir olmadım, insandaki zâhir oluşum gibi!
25 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.