Bazen olur ki insan hep aynı kişilerle konuşmak istemez de farklı insanlar düşer aklına. Onları arar, bir iki kelime de olsa ihtiyacı vardır onlarla konuşmaya. Ben de kitaplar için aynıyım. En kötü ihtimalle iki üç kitapta bir ya bir şiir kitabı yahut bir mektup kitabı okumalıyım. Yoksa elimde okuyabilecek kitap, kendi mektuplarımı sıraya dizer ilk kez okuyormuş da sanki ezbere bilmiyormuşum gibi yeniden okurum. Ruhumu dinlendirendir mektup. Bunca sahteliğin, bunca kurgunun arasında gerçekliğe, samimiyete açılan kapıdır benim için mektuplar.
Bir Genç Kadına Mektuplar'a da ruhumu dinlendirebilmek için başladım lâkin daha çok yoruldum sanırım. Özellikle ilk mektuplarda öyle zorlandım ki kaç kere okumam gerektiğini bilmiyorum. Ortaokul sıralarındayken yazdığı kompozisyonlarda tek bir cümleden oluşan kocaman paragraflar yazan biri olarak Rilke'nin cümlelerin uzunluğundan yorulduğum oldu. Zihnimin kıvrımlarında yıllar öncesinden kalma bir Gökhan Özcan sözü çıktı gün yüzüne. Daha doğrusu çıkmaya çalışıyor fakat bir türlü toparlanıp çıkamıyor. Rilke'nin kelimeleri kaynatıp şiirlerini öyle oluşturduğunu söylüyordu sanırım. Ya da ona benzer bir şeyler. Haklıymış diye düşündüm. O cümleyi okuduğumda Rilke'yi tanımazdım bile ama mektuplarında bile kelimeleri böyle kullanabilen bir insan, şiirlerinde neler neler yapmaz ki demekten alamadım kendimi.
Bu yorgunluğun bile güzel bir tarafı var yalnız. Sanki siz farkında bile olmadan bilinçaltınıza işleyecek ve en uygun günü bekleyecekmiş gibi gün yüzüne çıkmak için o anlamadığınız cümleler bile.