"Odunların üstüne, yıllardır ve asırlardır yağmadık yağmur, düşmedik kar kalmadı. Onları küf basmış, pas yutmuş, rutubet bürümüş; üstelik Garp dünyasının bütün kanalizasyonları bu odunların üzerine akmıştır. İşte arsadaki böyle bir odun yığınının gizli bir köşesinde tek bir kıvılcım noktasıyız biz! Biz ki, onun gizli bir köşesinde tek ve son kıvılcım noktasıyız, onu nasıl yakar, tutuşturur, alevlere sarabiliriz?"
Necip Fazıl Kısakürek
Osmanlı kendisini bir iddia ile kabul ettirdi. Neydi bu iddia?
Osmanlı kendisini bir projeyle kabul ettirdi. Neydi bu proje?
Osmanlı, çağında tam da yapılması bekleneni yaptığı için başarılı oldu deniliyor. Neydi o yapılması beklenen görev?
Osmanlı'nıın iddiasındaki sır, Fernand Braudel'in Balkan fütühatı hakkında yaptığı çarpıcı yorumda gördüğümüz gibi, mevcut düzenden daha insani, daha akılcı, daha gerçekci ve daha üstün olan bir çözümü getirebilmesinde yatıyordu. Mevcut çelişkilere önerdiği daha elverişli çözümdür Osmanlıyı asırlardır başarılı kılan.
Oysa tarih, "orada" bir yerlerde değil, "burada", bizimle beraber olmalı değil midir? Ve ancak bizimle beraber gezerken, yüzlerimiz birbirine bakarken, gözlerimizdeki ışıklar çarpıştığında onun varlığını her daim hissetmemiz gerekmez mi?
Unutmayalım ki, tarih, geçmişe dönmek için değil, geleceğe daha kararlı bir şekilde ilerlemek için okunur. Bunun içindir ki, tarihi, geçmişin bir noktasında olup bitmiş gibi okumayın derim. Tarihi bugün olmakta olana bir yorum gibi ve gelecekte olması gerekene bir çözüm gibi okuyun.