Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Belene Kampı

Golgota'dan Dönenler

Mürvet Altınel

En Yeni Golgota'dan Dönenler Sözleri ve Alıntıları

En Yeni Golgota'dan Dönenler sözleri ve alıntılarını, en yeni Golgota'dan Dönenler kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sonraki bir tarihte hatıra notlarıma kısa bir açıklamayla şu cümleyi yazdım: "Orası, insanın insan sıfatını kaybettiği, haysiyetinin sıfırlandığı ve acımasızca mahvedilişinin hesabının sorulmadığı yerdi. Orası hakikaten yer mi?” Ancak şimdi elli üç yıl sonra: "Hayır! Orası ceza ve cefa yeriymiş! Yani Golgota denilen melanet yeriymiş!” deme fırsatını bulabiliyorum.
Sayfa 233Kitabı okudu
Görüşmede bulunan baş çavuş bizi postalamaya çalıştığı an direndim ve biraz kızgınlıkla, biraz kırgınlıkla karışık konuştum. "Bizim yapılacak bir İşimiz daha var. şimdi o İşin tam sırasıdır..." Bitiremedim. Polis hayret ve endişeyle sordu: "Neymiş o iş!?” "Biz Türk'üz. Bunu biliyorsunuz. Dini inançlarımız gereği
Sayfa 232Kitabı okudu
Reklam
Siyasi sorumlu müdür yardımcısı, Türk asıllı Belene "gladyatörlerini” bir kenara toplayıp kısa bir konuşma yaptı. Sözler uyarı ve tehdit mahiyetindeydi. Her zamanki kibar davranışı ile çevresindeki gladyatörleri etkilemeye çalışıyordu. Soğuk nezaket saçan sesi dinleyenlerde tedirginlik ve bekleyiş doğurdu. "Dün Türkiye'de Cumhuriyet Bayramı kutlandı. Bilerek burada kutlamanızı sağladık, fakat bu onların bayramıdır. Vardığınız yerde benzeri bir kutlama yapmaya kalkışırsanız... Sizi şimdiden uyarmış olayım: Yine burada buluşuruz! Kutlamak için size 9 Eylül'ü* öneririm!” *Bulgaristan'da 9 Eylül, Bulgaristan Komünist Partisinin darbe ile iktidara gelişinin yıl dönümü olarak kutlanırdı.
Sayfa 227Kitabı okudu
Günlerden pazardı. Kapıları açık bırakmışlardı. Yataklarına uzanmışlar, eski günlerin hatırına havadan sudan muhabbete dalmışlardı. General muhabbetin akışına yön verme arzusu içinde, sözü yirmili yıllara taşıdı. Bir anısını aktardı. "Albay, Size bizim Batı'ya karşı olan minnettarlığımızın bir örneğini sunmak isterim. Biliyorsunuz, iki defa 1913 ve 1918' de ulusal yenilgi ve hezimet yaşadık. Neticede Türkiye, Yunanistan ve Makedonya'dan iki yüz elli bin ırkdaşımız topraklarımıza sığındılar. Bu göç dalgası bizim için üçüncü ulusal felaket oldu. Neyse ki aciliyet ve vahamet B.M. Teşkilatı tarafından zamanında fark edildi ve mösyö Rene Sharon başkanlığında bir komisyon kuruldu. Bu komisyon ülkemizi ziyaret etti. Durumu yerinde değerlendirdi. Onun önerisiyle bize 2 milyon 250 bin İngiliz altını yardım verildi. Bu para ile iskan sorunlarımızı çözecektik. Aslında yardım düşük faizli borçtu. Şimdi sıkı durun! Komiteye ve başkanına karşı sevgi ve minnet göstermeliydik. Bunu severek yaptık. Halkımız yeni açtığımız yerleşim yerlerine değil yeni doğan köpek yavrularına Sharon'un adını verdi. Bulgaristan o günden sonra dört ayaklı Şaronların havlamasıyla uyandırıldı. Hoşumuza giden birisi olsaydı bu ismi burada da kullanırdık. Tavsiyem olur.”
Sayfa 175Kitabı okudu
Yalnızlığa felsefi bir içerik katma niyeti yoktu. Öylesine konuştu: "Golgota'dan ya inersin ya indirilirsin! Kendi ayaklarım üzerinde yürüyerek cehennemden çıkabilmem için demir ayakkabılara ve demirden daha dayanıklı bir sinir sistemine ihtiyacım var. Bunlar da yetmez! Kaderde 'Dönüş nasiptir!' yazmalıdır. Bir de şu ülser denilen illet midemi kemirmese! Cefaya katlanmayı çoktan öğrendim.”
Sayfa 145Kitabı okudu
Yatak sorunu hep olmuştu. Cezaevleri Koordinasyon Merkezi'nden idareye telefon ederler ve hazırlanması gereken yatak sayısını bildirirlerdi. Mahkumların kalacağı kampın sınıfı belirtilir, geliş süresi dikte edilirdi. O tarihe kadar yataklar hazırlanırdı. Ölenler vardı, tahliye olacakları da hesaba katarak, halen yatak sayısı yetersiz ise birkaç kişiyi öbür dünyaya uğurlarlar, işi hallederlerdi.
Sayfa 140Kitabı okudu
Reklam
Dışarıda ajitasyon boruları ve satılmışların korosu bahar müjdesini verip dursunlar, altı bin mahkûm Belene'ye bahar değil hazanın bile gelmeyeceğini çok iyi biliyordu. Golgota'da tek yönlü karayel mevsimsiz olarak esmeye devam etti. Sofya'dan karadaki merkez binasına, gardiyanların barakalarına, onların üzerinden Magarets'e doğru esip gidecekti, çok belli. Göze çarpan değişim, polislerin ve gardiyanların kilo alması ve daha da sıhhatli görünmeleriydi. Mesai saatlerinde değişiklik yoktu. Fark ödülleri kapsadı. Gerçeği sağduyulu bakışla süzenlerden birisiydi Osman Hoca. Tüm bunlarla ilgili içten gülümsemesiyle: "Çapsız değişim, çaplı gösteriş!” demişti.
Sayfa 134Kitabı okudu
Nöbetçi gardiyan kıdemli başçavuş Yonko, mahkümların yokluğunu fırsat bilip barakaları kolaçan etmeye yeltendi. Niyeti, kusur sayılacak bir eksik bulmak ve bunu bahane gösterip suçlu bulunanı safların önünde dövmekti. Bu işi sürekli yapıyordu. Sadistti. Kan dökmeden ruhu huzura kavuşmuyordu. Şimdi ise yeni gelen emre göre hareket ediyordu. Emrin içeriği, sürekli bahaneler üretilmesi ve mahkümların her gün dövülmesi idi. Suç itham edilsin, ceza yasal görünsün. Ruhları kırılsın, ezilsin. Diriliş ve mukavemet güçleri bitirilsin! Ülkeyi saran ılımlı hava adaya sızdırılmasın!
Belene’de günümüzün yeniliği saydığımız mesajlaşma, haberleşme gibi yöntemler bilinmiyordu. Yapraklar gizlilik içinde el değiştiriyordu. Değişim, sırayı bozmadan yapıldığından bazen sekteye uğruyordu. Bu aksaklıklar polisten kaynaklanıyordu. Ummadığın bir ceza mahkümu ahkoyuyordu. Teslimat bazen bu sebepten gecikiyordu. Sonuncu okuyucu, yazılı yaprakları imha etmesi gerektiğini biliyordu. Ölümcül tehlikesine ve zorluklarına rağmen bu faaliyet uzun sayılacak bir süre yaşatıldı. Yapraklar kazasız ve hatasız bir şekilde el değiştirdiler. Azrail ile kovalamaca oyununun bilgilenmekten ziyade moral yükseltici yanı önemliydi. Dilimler arasındaki kaynaşma fiziki mukavemet hedeflemiyordu. Böyle bir niyetleri yoktu. Onları kendiliğinden faaliyete sürükleyen tek arzu, maneviyatı ayakta tutmaktı. O şartlarda bile varlık göstermenin, bir şeyler yapmayı denemenin, “Halen varız! Halen ayaktayız!”in sessiz haykırışıydı. O öpülesi eller neler neler yazmadılar! Yazarken kalpleri nasıl da göğsü delercesine çarptı! Yaprakların hazırlanışı, Rus ruletini andıran bir girişimdı. Tetiğe her dokunuşta bir defa ölünüyordu. Kaç defa öldüler, kaç defa görev çağrısıyla yeniden doğdular, farkında değillerdi. Ta ki bir gün... Asla yazılmayacak o kitabın savrulmuş bir sayfası gorillerin eline geçinceye dek sesiz haykırışlarına devam ettiler...
Sayfa 128Kitabı okudu
Türk asıllı halkın üzerine gitgide daha da yoğun çöken karanlıkta 'açıklık’ naraları atılıyordu ki bu gülünçtü. Gece denmiyor, gündüz denmiyordu, her fırsatta demokrasi, eşitlik, özgürlük palavraları ile susturulan halk, olup bitenlerin farkına varamıyordu. Bilgi eksikliğinden şikâyet edilemezdi. Çünkü bilgi akışı daha kaynağında kurutuluyordu. Sorgulama, inceleme ve öğrenme hakkı halkın elinden alınmıştı. Parti temsilcisini dinlemek, ona inanmak ve rotasını takip etmek yeterliydi. Cezaevlerindeki mahpuslar da bu kandırma naraları duysunlar diye her tarafa hoparlörler yerleştirildi. İçerdekiler zamanlı zamansız bu ‘haberleri' dinlemek zorunda bırakıldılar. İnanan olsun ya da olmasın hoparlörler güdüyordu. Zafer marşları çalınıyordu. Burada, Golgota’nın gölgesinde bile o dilim dilim doğranmış halleriyle mahpuslar, bütünleşme yolunda ölüme meydan okumayı göze alabildiler. Gayeleri, dış dünyadan bihaber kendi dinamitlerini ateşleyerek açtıkları çatlakta ilerlemekti...
Sayfa 126Kitabı okudu
Reklam
Bulgaristan’ın istisnasız tüm Türk yoğun bölgelerinden tutuklananlar mevcuttu. Bunları ayrı ayrı cezaevlerine koydular. Gecelerce süren sorgulamalar pek tatmin edici netice vermeyince hileye başvurdular. Vaatler verildi, itirafa zorlandılar. Vaatlere inanıp itiraf metnini imzalayanlardan Rusçuk grubuna dâhil iki Türk’ü suçlu buldular ve onları
Sayfa 125Kitabı okudu
Türklerin bu adaya getirilişi ayrı bir çalışmanın neticesidir. O dönemde Rusları rahatsız eden iki engel tespit edildi. Birincisi, Türkiye’nin sınır devlet konumu ve burada yaşayan Türk azınlığın üzerindeki moral yükseltici etkisiydi. İkinci rahatsızlığa sebebiyet ise nüfusun yüzde ellinin üzerindeki kısmının, yani çoğunluğun azınlık statüsüne
Sayfa 124Kitabı okudu
Zorlukların, insanoğlunu mucit yaptıgını orada öğrendiler Çamurda açtıkları çukurların su birikintisine dönüştüklerini gördüler. Birikintide patateslerin çamurunu ovmanın işlerini hızlandıracağını keşfettiler. Böylece suyun temizleyici gücünden yararlandılar. Maaş artışı bekleyen gardiyanlar bu buluştan hiç hoşnut kalmadılar. Ekstra kazançlarını yitirebilirlerdi, ama diğer yandan toplanan ürün miktarındaki artış da iyi bir şeydi ve avantaja dönebilirdi. “Denemeye değer.” dediler. Bakarsın ek kazanç fırsatına dönüşebilir. Kazanç konu olunca, mahkümların yeni yöntemini görmezden geldiler. Nasılsa söz sahibi kendileriydi. Sayısız günler, sayısız fırsatlar doğururdu. Onlar, fırsat yaratma ustasıydılar. Öldür birisini ve al sana çift maaş! Öldürmeden çektir, dilimlere doğra, her gün kazan... Bu faşistler var oldukça cebi para görmeyenin burada işi olmazdı. Gardiyanların inisiyatifine teslim edilmiş mukadderat! İşte, Belene’yi Golgota yapan gerçek buydu! Naziler toplu tutuklama, toplu imha uygularken, burada bireysellik revaçtaydı. Tek tek tutuklama ve dilim dilim imha etme kuralı uygulanmaktaydı. Bir diğer fark da üniforma ve şapka rengindeydi. Bu “Naziler” kırmızıya tapıyorlardı!
Sayfa 120Kitabı okudu
İdeolojileri ve sermayedarlık hırsları arasındaki zıtlık, Belene’de hiç sezilmedi, sezdirilmedi. Buradaki ideolojik varlık, parti temsilcisi sıfatıyla kamp şefinin yardımcısı pozisyonunda bulunan binbaşı figürüydü. Sermaye ise cepleri şişirmekle meşgul kirli kazançlardı. Proleter diktatörlüğün perdesi ardında nice kızıl sermayedar ölü insanları sağ göstererek cesetlerini yıllarca Tuna’ya, daha sonraları Eşek adasına gönderdiler. Onlar için yapılmış sözde harcamaları ise ceplerine indirdiler. Yok edilenlerin sayısı sırra kadem basıp gitti; kirli gelirin miktarı çoktan yenilenmiş ceplere aktarıldı. Bu iki rakamı belirlemek veya belgelemek imkânsızdır. 2 bin 600 kalori gıdanın yarısını çaldılar ve tüketilmiş gösterdiler. Aradaki maddi fark ceplere girdi ve kayboldu. O kadar çok değer kayboldu ki, çalanlar canı gönülden kendi avenelerini kendi elleriyle beslediler, himayelerine alıp savundular! Belgeler yakıldı, suçlular öldü, ardından rejimin kendisi de...
Sayfa 114Kitabı okudu
Sağ dönmeyi başaranlara 'mahküm' denilmesi yüreğime dokunuyor ve nahoş anılar uyandırıyor hafızamda. Sanki cehennemi hak etmişler de zebanilerin inine atılmaları hakkaniyetmiş gibi... Mahküm kelimesi, gerçeği tam yansıtmayan silik bir tanım gibi sırıtıyor tozlu ve sararmış dosyaların içinden. Onları tanıtmanın en isabetli yolu galiba “Dilim dilim insancıklar” deyimidir, çünkü onları her hususta böldüler, parçaladılar, dilimlere doğradılar. Yalnız isnat edilen suçlara göre değil, dahası vardı: Karakterlerine, bıraktıkları izlenimlere, yaltaklanma becerilerine, sadakat gösterme kabiliyetlerine, dini birikimlerine, gelecek vaadi sezdirişlerine göre ve daha bir o kadar ayrışım unsuru soktular aralarına. Onlara ayrışımı sezdirmediler, yüzlerine ayrışımı haykırmadılar. İkiyüzlülük içinde yaptıkları bu ayırım, gizli evraklara, kilit altındaki sarı dosyalara işlendi. Onlar dövülürken de öldürülürken de eşit muameleye tabi tutuldular. Eşitlik ilkesine sadık olarak hep aynı şekilde prangalarla sürüklendiler, kelepçelerle dolaştırıldılar. Mahkümiyetleri bile beş, on, yirmi ve müebbet (idam hariç) gibi süreçleri kapsıyordu. Mahkümları bu kadar çok dilime bölmenin nedenini bölenler de izah edemezdi. Ancak tüm bunları yaşamalarının en Önemli ortak nedeni, faşist kimlik taşımaları, kırmızı çizginin ötesinde bırakılmaları ve belki de öldürülmeye layık görülmeleriydi.
Sayfa 115Kitabı okudu
40 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.