"Hadisçiler, ilâhî vahye mazhar, cevâmiu'l-kelim (az sözle çok anlam ifade etmek) özelliğine ve kanun koyma yetkisine sahip bir peygamberin beyanlarıyla karşı karşıya olduklarını pek iyi biliyorlardı. Bu vasıfların sahibi bir peygamber, muhtelif sebeplerle çağdaşlarının anlayışları dışında kalacak sözler söyleyebilir, haberler verebilirdi. Bunu engelleyecek bir şey söz konusu değildi. Kanun maddeleri gibi özlü sözlerle hukûki kâideler vaz edebilirdi. Sözleri mecâzî bir mânâ ifâde edebilirdi. İlerde keşfedilecek bir ilmî hakikata işâret etmiş de olabilirdi.
Bütün bunlardan dolayı hadisçiler, diğer kişilerin sözlerine uyguladıkları tenkidleri Hz. Peygamberin hadisleri için tatbik etmekte ihtiyat göstermişlerdir. Hemen inkara kalkışmamış, bazı hadislerin anlaşılmasını zamana bırakmışlardır.
Halbuki hadislerin senedlerinde yer alan râvîler ise, nihâyet kendileri gibi birer insandı. Onları araştırmak daha kolay ve daha tehlikesizdi. Bunun için de hadisçiler, râvileri çok sıkı şekilde tetkik ederek, verdikleri haberlerin Hz. Peygamber'e ait olup olmadığını tesbite gayret etmeyi tercih etmişlerdir. "
Sayfa 35 - Bk. M. Sibâî, es-Sünne ve mekânetüha, s. 275-279Kitabı okuyor