“Ben onu alıp baharlara kaçmayı düşlüyorum. Muhtemelen, kendi kendime; gelin güvey, duvak papyon hatta konfeti oluyorum. Olmayacak biliyorum. Bu ara hayatın her tarafında ne kadar çok şey olmadı, ona üzülüyorum...”
"Bu ne ki şimdi?" dedi o ses. "Daha ıssız zamanlar biliyorsun sen. Başkalarının kenarında bile dolaşmaya korktukları kaç kuyunun dibinden kaç gece yıldızlara baktın"
Televizyonun sesini kısar mısınız? Hatta kırar mısınız o televizyonu. Biriniz de cep telefonumu camdan aşağı atsın. Bağıran patatesçiyi vurun, ailesine maaş bağlayın. Beni köyümün yağmurları ile yıkayıp eklem yerlerimi Çin Viskisi ile ovun.
Zaman, zaman zaman fark edilirdir. Edilirdir bizzat çünkü kurduğum cümleyi yanlışlayacak kimse yoktur. Benim kurduğum dünyanın kendi şairleri böyle çizerler redifleri. Bizim dünyamızda yahut yeni gezegenimiz dünya olmayacağından "nefes alsak yeter" adlı coğrafyamızda işler hep böyle tepetaklak sürer gider. Yani bazen yüz değiştiririz vesselam
Dikkatinizi yeteri kadar dağıtıp merak uynadırdıysam incelemeye geçebiliriz. Tek kelime ile...... safsatalarını geçiyorum çünkü üzerine konuşulması gereken bir eser. Kitapları bizleri yansıtmasını, ulaşılmaz görünen entel görüntümüzü bize gerçek gibi göstermesi bakımından çok seviyorum.
Atilla Atalay absürt bir eser bırakmış bizlere. Öyküleri okurken doğallığı özellikle hepinizin yakalayacağı ilk özellik olacaktır. Kardeşlerimizle olan kavgalarımızı, "Off kimse anlamıyor beni" lerimizi, banyo terliğinin çorabımızı ıslatması ve bunun kaçınılmazlığını anlatıyor. Kısacası bizi en çıplak görüntümüzle karşı karşıya getiriyor.
Oğuz Ataycığımmm acılarıyla mizah yaparken hangi matematik förmülüne başvurdu bilmiyoruz, fakat onun ardından birçoğumuz kendimizle alay etmeyi başarma işine giriştik. Bu kitap da öyle işte. Mizahı ince.
Şu "Tek kelimeyle....." sözünü "ince" diye birtiriyorum.Herkese tavsiye ediyorum.