Açık söylemem gerekirse çevirmen tarafından kaleme alınan ilk onsekiz sayfalık giriş bölümü, romandan daha çok ilgimi çekti.. Bunu söylediğim için eleştirilebilirim ama romanı bitirmiş olmak için bitirdim desem yeri var.. kısacası kitap beni sarmadı.. Okurken şu duyguyu yaşadığımı ifade etmeliyim, bazen bir Amerikan filmini izlerken, Amerika düşmanı bile olsanız sizi bir şekilde filmin ana karakterlerinin ardından sürükler ve içinizde onlara karşı bir sevgi kıvılcımı ve tarafgirlik oluşturur. Bir Müslüman olarak farkında olmadan filmdeki Müslüman karakterin değil Amerikalı karakterin yanında bulursunuz kendinizi.. Bu romanda da yazar sömürgeci batı zihniyetinin Afrika’nın ve dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi Belçika krallığının sömürgesi altındaki Kongo’da yaşattığı zulümleri, acı ve ızdırapları gözlerimizin önüne sermekle sanki “zalim batı”nın içinde de aslında haksızlık ve adaletsizliğe karşı duran, kin besleyen, nefret eden bir kesimin olduğu hissettirerek, batıya yönelik sevgi ve muhabbet beslememiz gereken bir şeyler olduğunu anlatmaya çalışır gibi duygular yaşadım.. Bu duygularımda ön yargılarımın etkisi olabilir ama önemli olan okurun hissettikleri değil midir? Şundan kesin olarak eminim ki dün olduğu gibi bugün de yeryüzündeki zulümlerin baş mimari sömürgeci, emperyalist “batı” ve batı düşüncesidir.. ancak bu zulümlere karşı durarak, mücadele ederek zulmü sona erdirmek için çaba göstermeyen, tembellik eden bizler dahil hiç kimse sorumluluktan kurtulamaz..