Görüldü ki hiç de öyle uzun bir zaman dilimi gerekmiyordu. Bir köşe, bir ev, tanıdık bir manzara, şehrin herhangi bir parçası göz açıp kapayıncaya kadar yok olabiliyordu.
Karıncaların, kuşların ve doğanın bütün ilk sahiplerinin bu duvarı adım adım yıkıp yerle bir etmesi, insanın tıkadığı yolu yeniden açması ne kadar zaman alırdı?
“Cumartesileri neredeyse kütüphanenin dışında gerçek bir dünya olduğunu, bu kitapların o dünyanın gölgesinden, yansımasından ibaret olduğunu unuttuğu anlar olurdu.”
En kötüsü salıncağa artık sığmadığını fark etmek :/
“Küçük bir kızken hayran olduğu Kirstenbosch’un eğimli çayırlarına benziyorlardı. Bir kütük gibi tepeden aşağı yuvarlanırken annesiyle babasını bekletir, kolları ve bacakları kızarıp başı dönene dek durmak bilmezdi. Aynı şeyi daha sonra büyüyünce de denemiş ama çocuk gibi oyun oynayan bir öğrenci olarak tek hissettiği şey mide bulantısı olmuştu. Parklardaki salıncaklar için de aynı şey geçerliydi - çocuklukta salıncak keyif verir, büyüyüp belli bir yaşa gelince birdenbire mide bulandırıcı olurdu. Araba lastiğinden koltuklara sığmaz olduğunuzu da aynı yaşlarda fark ederdiniz. Serbest uçuş, baş dönmesi, delice heyecanlanmak... İnsan bunları istemekten ne zaman vazgeçerdi?”