Bir savaş oldu. Çok insan öldü. Ve sonunda, ne ölecek ne öldürecek kimse kalmayınca savaş bitti. Olanları yüksek bir ağacın dalından seyreden biri genç, diğeri ise oldukça yaşlı iki leş kargasından genç olanı, "Nihayet savaş bitti amcacığım!" dedi. "Onlar için evet" diye cevap verdi yaşlı leş kargası. "Ama bizim için, daha yeni başlıyor! Çünkü kahramanların savaşı bittiğinde, cifeharların savaşı başlar!”
Eğer aramızdaki farklardan bahsediyorsak bu, o farklardan çok daha fazla ortak noktamız olduğunu gösterir. Çünkü birbirlerine benzeyen şeyler arasında farklardan söz etmenin bir anlamı vardır.
Ve bizi birbirimizden ayıran farklılıklar, gerektiğinde sırtlarımızı birbirimize dayayabileceğimiz sınırlardır...
(ÇAYLAK İLE FİLOZOF-3)
-Birbirimize gerçek mektuplar gönderdiğimiz zamanlardan kalma bu üç kelime, o sahici mektupların en samimi satır başlarında, bütün mahcubiyeti ile olanca bıçkınlığına rağmen, an gelir, düğmeleri göğsünün ortasına kadar sökülmüş sinesini yumrukluya yumruklaya ağlayabilen bir delikanlı, yahut bir şiirin mısralarına masmavi gözyaşları bırakabilen hassas ruhlu bir hanımefendi gibi durur, çekindiğinden söyleyemese de biz onun, "Elbette sormayabilirsin kuzum. Merak da etmeyebilirsin. Yani kendini buna mecbur bilme, olur mu? Hani edersen, soracak olursan..." dediğini bilerek okurduk o satırları.
Şunca senelik yazarım. Ama iyi ama kötü onlarca kitap, binlerce sayfa yazdım. Bu kadar kalpten, bu kadar samimi, bu kadar alçak gönüllü, bu kadar az kelime ile bu kadar çok mânâyı sırtında taşıyan, bu kadar hisli, bu kadar derin, bu kadar insanî bir cümle daha yazamadım.
"Beni soracak, olursan..."
Yarınlar gençlerin, bugünler ihtiyarların!
Her bulduğumuz fırsatta, "Yarınlar sizin! Yarınlar sizin!" diyerek,-farkında olalım ya da olmayalım-bugünün biz yaşı geçmişlere ait olduğunu ve bir şeyler yapmak için sıralarını beklemeleri gerektiğini hatırlattığımız gençlere, gözlerine sokar ve hesap sorar gibi,
"Fatih'in İstanbul'u feth ettiği yaştasın!" demek biraz tuhaf bir çelişki olmuyor mu?