Küf kokan bir yazı bu!
Kendime bırakılsam yazmayı istemediğim, ne var ki sırf bırakılmadığım için, kendi kendimle baş başa kalmak adına yazmak zorunda olduğum bir yazı.
Aptallar cehenneminde mutlu olmayı beceremediğim için mi kınanacağım?
Geç kalınmış bir yaşamın umudu ne denli geçmişe ve geleceğe uzanır? Geç kalmış, yani gecikmiş bir yaşamı en yakın gelecekte ve en uzak geçmişte yaşama umudu?
Düşünelim bakalım, inanmak inanç sahibi olmak, vazgeçilmez ilkelere bağlanmak, hüsn-i cemali için kara sevdalara kapılmak, yola çıkmak, hatta yola çıkmak için yoldan çıkmayı göze almak değil midir?
Bugünü yani şimdiyi yani anı unutmak aslında ne acı verici şey değil mi?
Elde olmayan bir gelecek adına eldeki biricik şeyi terk etmek?
Sahip olduğumuz en kıymetli şey karşılığında yani zaman mukabil ne kadar değersiz meta varsa onları almaya çalışmak?
Denizin dalgaları, denizin her katresi yine denizdir; denize nispetle zâhiren bir hiçtir belki ama unutmamalı ki denizi deniz kılan yine o damlacıklardır.
Fakr insanın özüdür.
Şöyle de diyebilirdik: insanın özüdür fakr.
Özünde fakir olanın gına, istiğna, gurur, kibir, tekebbür gibi sözde-gösterilere kalkışması ne acı!
"Hiçbir bitki bitkileşmez, hiçbir hayvan hayvanlaşmaz; lakin insan insanlaşır; zira ancak insan, kendi mertebesine ait yetileri ve yetenekleri (istidat ve kabiliyetleri) gerçekleştirdikçe insan olur."
“Ya bir derviş çıkıverip de “Sizin olanların değil, biraz da sizin değerinizin miktarından konuşsak”, derse?
Ya “Nitelikleriniz değil, o niteliklerin kendisine yüklendiği öz; sahip olunanlar değil, sahip olan çıkmalı asıl ortaya”, demekte ısrar ederse?
Ve siz de bu ısrara dayanamayıp kendinizi tek tek bütün niteliklerinizden saymaya başlasanız…
Sahip olduklarınızın değeriyle övünmeyi bırakıp kendinizi çırılçıplak tasavvur etseniz…
Çırılçıplak sözcüğünü beden’le alakalı anlamak safdilliğinden vazgeçip biraz gayretle kendinizi bedeninizden de saysanız…
En nihayet şu ‘…ise’ edatlarını dilediğiniz kadar çoğaltıp hepsini bir çöp torbasına doldursanız…
Geriye ne kalır?”