Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İbn Arabi'nin Fusüs'undaki Anahtar-Kavramlar

Toshihiko Izutsu

İbn Arabi'nin Fusüs'undaki Anahtar-Kavramlar Gönderileri

İbn Arabi'nin Fusüs'undaki Anahtar-Kavramlar kitaplarını, İbn Arabi'nin Fusüs'undaki Anahtar-Kavramlar sözleri ve alıntılarını, İbn Arabi'nin Fusüs'undaki Anahtar-Kavramlar yazarlarını, İbn Arabi'nin Fusüs'undaki Anahtar-Kavramlar yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Zîrâ kendini tecellî ettiren, tecellîgâh (yâni tecellînin zuhur ettiği yer), tecellî, bir tecellî ettirenin tecellî ettiren oluşu, bir tecellîgâhın tecellîgâh oluşu vs… gibi farklılıklar aslında bizim sübjektif görüş açılarımızın yansımalarından başka bir şey değildir. Aslında görünen bizim sübjektif bakışımıza uygun olarak bu çeşitli imkânlarda kendisini izhâr eden ve aslî olarak Tek olan Hakk Teâlâ‘dır. Bunların hepsi de bizim ayıklayıcı bir filtre vâzifesi gören Akl’ımızın idrâk ettiği kavramlardır ve bunların arasındaki farklar da yalnızca Akl’ımızda bulunmaktadır. Bunların hepsi de izafî sûretlerle ilgili şeyler, tek bir Hakîkat’dan türemiş olan tâlî münâsebetlerdir. Bu Hakîkat ise Bir ve Tek olan Allah Teâlâ‘dır. Bu Varlık âleminde Allah Teâlâ‘dan başka bir şey yoktur.
İki ayrı sûret altında (yâni “sebeb” ve “sonuç” olarak) görünen tek bir Hakîkat (bizim  sübjektif) görüş açılarımıza göre iki değişik vasıf kabûl etmeğe müsaittir. Bu demektir ki o eğer bir “sebeb” olma durumunda ise bir “sonuç” ve eğer bir “sonuç” olma durumunda ise de bir “sebeb”olma yeteneği vardır. Zîrâ tek olan Hakîkat bizzât, her birine ait bütün özellikleriyle birlikte hem “sebeb olma” ve hem de “sonuç olma” keyfiyetlerini ihtivâ eder.
Reklam
Tek ve aynı bir olaya mümkün olan değişik görüş açılarına uygun olarak farklı farklı bakmak mümkündür. Ve bu değişik görüş açılarının hepsi de mümkün olan her görüş açısını da kuşatan sonsuz bir genişliğe sâhib olan Hakîkat’ın içinde yer alırlar. Bunların hepsi de, eninde sonunda, Hakk’ın faaliyetidir. Ama tabîatı gereği tek-yanlı ve katı olan, esnekliği ise hiç olmayan Akıl böyle bir görüşü kabûl edemez.
Câhil ise Hakk’ı olduğu gibi görebilecek bir konumda değildir. İdrâki had safhada sınırlıdır. Her “câhil” Allah’a yalnızca ait olduğu dine has bir sûret altında taparak ibâdet eder ve Allah’a ibâdet etmenin bütün diğer şekillerini de reddeder.
Hakk Teâlâ kendisinde tahakkuk (tecellî) etmiş (muhakkik-i bi-l Hakk) olan bir insân Hakk ile öylesine doludur ki onun bütün uzuvları da Hakk’ın bir tecellîsi olur. Bu takdirde böyle bir (ehl-i Hakk olan) zât “keşif” yoluyla bir bilgi elde edecek olursa bu tek ve aynı bilgi de onun ferdî uzuvlarının istîdâdlarıyla orantılı olarak farklı bir şekilde idrâkine yerleşmiş olur.
Bütün insânlar aynı ontolojik “cem’ etme yeteneği” ile doğal olarak donatılmışlardır ama insânların hepsi de kendilerindeki bu “cem’ etme yeteneği”nin bilincine vâkıf bulunmamaktadırlar. Bütün insânların bu konudaki bilinçlerinin düzeyleri, İlâhî İsimler ile Sıfatların İlâhî Bilincine çok yakın bir düzeyden başlayarak pratik açıdan tümüyle kapalı bir bilinç düzeyinin temsil ettiği en alt düzeye kadar geniş bir yelpâze meydana getirir. Ve insân beyni (bilinç bakımından) ancak en yüksek berraklık düzeyinde ise “cilâlanmış ayna” rolü oynayabilmektedir. Ve ancak bu en yüksek berraklık düzeyindeki İnsân bir İnsân-ı Kâmil olabilmektedir.
Reklam
İdeal “kulluk” açısından İnsân, Varlık sıralamasında, en aşağı sırada yer almaktadır. Bu sıralamada daha üste tırmanabilmesi için, her şeyden önce, (aslında kendisini İnsân kılmakta olan) Akl’ı def etmek ve Akıl’dan türemiş olan bütün özellikleri de sıfırlamak zorundadır. Eğer bunda başarılı olursa o zaman hayvanların mertebesine terfi (!) edebilir. Bundan sonra da bitkiler ve daha sonra da cansız nesneler mertebesine terfi etmesi gereklidir. Ancak o zaman İnsân (kulluğun kemâli açısından) Varlık sıralamasında en üst mertebede olabilecektir.
İnsânı ideal bir biçimde göz önüne alacak olursak o, hiç şüphesiz, bütün yaratılmış varlıkların en yücesidir. Ama eğer dikkatimizi “beşerin mevcûdiyetinin gerçek konumuna” çevirecek olursak şu garib vâkıa ile karşı karşıya kalırız ki İnsân yüce ya da yücelerin yücesi olmaktan çok uzak bir şekilde bütün Varlık âleminin en aşağı mahlûkudur.
Hakk Teâlâ tecellîleri yönünden kemâle İnsân-ı Kâmil ile erişir. Hakk İnsân-ı Kâ-mil’de en mükemmel sûrette tecellî eder ve bundan ekmel bir tecellî de olamaz. İnsân-ı Kâmil aynı zamanda bir mahlûk olmasına rağmen, bu yönüyle, Hakk’dır .
Muhammed aleyhisselâm) insan türü içinde mevcûd olanların en mükemmelidir. Bunun içindir ki bütün hikâye onunla başladı ve onunla sona erer. Âdem daha henüz su ile balçık arasında iken bile o peygamberdi. Daha sonra unsur hâlinde doğmasıyla da peygamberlerin sonuncusu ve mührü oldu…Resûl (olarak Muhammed aleyhisselâm) Rabb’inin ilk delîlidir. Çünkü O’na bütün kelimeler verildi ki bunlar (Allah’ın öğretmesiyle) Âdem’in bildiği esmâ‘nın (delâlet ettiği) müsemmâlarıdır.
Reklam
Bütün Varlık âlemi ya da mükevvenât Allah’ın ve yalnızca Allah’ın “hazînesi”dir. Ve İnsân da Allah’ın bu hazîneyi korumak üzere hazînenin başına bizzât diktiği muhâfız ve vekîl-dir. İnsân’ın bu mükevvenât nizâmı içindeki konumunu ifâde eden tek doğru ve isâbetli olan bu düşünce, İbn Arabî‘ye göre, “Muhammed ümmeti”ne has bir düşüncedir.
Şu hâlde İnsân, rütbesi bakımından, göklerdeki ve yerdeki meleklerin üstündedir. Ama büyük melekler, nass-ı ilâhî ile (Kur’ân’ın bildirmesiyle) insan türünden daha hayırlıdırlar.
İbn Arabî‘ye göre meleklerin tabîatı yalnızca rûhânîdir; halbuki İnsân’ınki ise rûhânî-bedenî olup bu, Varlığın en yücesinden en düşüğüne kadar bütün mertebelerini ihtivâ eder. Ve işte bu özelliğinden ötürüdür ki İnsân meleklerden üstün olmaktadır..
Tıpkı Allah’a “itaat”in Kemâl’den olması gibi “itaatsizlik” dahi Kemâl’dendir çünkü “itaatsizlik”, ontolojik bir vasıf olmak yâni Varlığın bir sûreti olmak açısından, hiç de “itaat”ten daha düşük bir mertebede bulunmamaktadır. “İtaat”in bir Kemâl oluşunun ahlâkî açıdan “iyi (ya da hayr) olmasıyla hiçbir münâsebeti yoktur; “itaat” Rahîm ve Kerîm gibi İlâhî İsimler’in tecellîgâhı olmak bakımından bir Kemâl’dir. Ve benzer şekilde, “itaatsizlik” de Müntekîm ve Müzill gibi İlâhî İsimler’in tecellîgâhı olmak bakımından bir Kemâl’dir.
“Hâkîkat’de biz kullarız; ve Allah Teâlâ da bizim Efendi’mizdir. Ama bil ki sen ya da ben İnsân dediğimiz vakit biz O’nun ayn’ı oluruz.”
283 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.