Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İbn Arabiye göre İbadetlerin Manevi Yorumları

M. Mustafa Çakmaklıoğlu

İbn Arabiye göre İbadetlerin Manevi Yorumları Gönderileri

İbn Arabiye göre İbadetlerin Manevi Yorumları kitaplarını, İbn Arabiye göre İbadetlerin Manevi Yorumları sözleri ve alıntılarını, İbn Arabiye göre İbadetlerin Manevi Yorumları yazarlarını, İbn Arabiye göre İbadetlerin Manevi Yorumları yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Şeyhü'l Ekber'e göre her şeyin iki vechesi vardır: 1-Sebebine bakan yönü. 2-Hakikatte mutlak anlamda kendisini icad eden yüce Allah'a bakan yönü. İşte insanların çoğu eşyanın bu sebepler yönü dairesindeki yönüne bakar. Hattâ ona göre filozof ve hukemanın durumu da böyledir. İbnü'l-Arabi, bu genel hükümden sadece melekler, evliya ve enbiya gibi ehlullahın muhakkıklarını müstesna görür.
Sayfa 55 - insanKitabı okuyor
İnsanın kalbi, malının bulunduğu yerdedir.Mallarınız gökte olsun ki,kalpleriniz de gökte olsun.
Reklam
İhsân, Allahı görüyormuş gibi O'na ibâdet etmek anlamına geldiğine göre, insan zekât ibâdetini Allah'ı görüyormuş gibi ifâ ettiğinde malın O'nun malı, kulun O'nun kulu, tasarrufun da O'na ait olup bu konuda hiç kimsenin Allah'ı zorlayamayacağını anlar. Öyleyse kulun kendisi hakkında işin en güzelini seçerek yine bizzat kendisine ihsânda bulunması gerekir. İhsân sahibi olduğunda ise nefsinin cimrilik ve hasisliğinden sakınmış olarak muttakilerden olur. En nihayetinde bu kul, Allah'ın yanlarında, beraberlerinde olduğu muhsinlerden ve muttakilerden (Nahl 16/128) olur. Zekâtını edâ etmek süretiyle nefsinin cimriliğinden korunup muttakilerden olur; zekât ibâdetini Allah'ı görüp müşâhede ediyormuşçasına ifâ ettiği için de muhsinlerden olur.“*
İbnül-Arabi, “Namaz kılın, zekât verin, Allah'a karz-ı hasen verin.” (Müzzemmil 73/20) ayetinde zikri geçen “güzel borç” (karz-ı hasen) ifadesini hem farz olmayıp gönüllü olarak verilen sadakalar, hem de farz olarak belirlenmiş zekât doğrultusunda izah eder. Şöyle ki, öncelikle Şeyhü'lEkber'e göre burada zikri geçen karz-ı hasen (güzel borç); zamanı, nisab miktarı ve kimlere verilecek oluşu belirlenmiş olan zekât dışındaki gönüllü sadakalardır. Fakat diğer taraftan o, ayette zikredilen zekâtı da bu karz-ı hasen'e dâhil eder ve ayeti şu şekilde tercüme eder: “Zekâtı Allah'a güzel bir borç (karz-: hasen) olarak veriniz ki sizin adınıza onu artırsın.” Şeyhü”l-Ekber'e göre, bu durum tıpkı kutsi bir hadiste ifade edildiği üzere yüce Allah'ın, “Acıktım, beni doyurmadın... Falan kulum senden yemek istedi, ona yemek vermedin; şayet verseydin onu benim yanımda bulurdun.” demesine benzer.*3? Öyleyse ihtiyaç sahibine verilen zekât, Allah'a verilmiş güzel bir borç (karz-ı hasen) gibidir. Karşılığı Allah katından ziyadesiyle verilir.
İnsan aceleci (pek hırsli ve sabırsız) yaratılmıştır.Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır,feryat eder.Ona imkân (hayr/mal) verildiğinde ise pinti kesilir.” (Me'âric 70/19-21). Dolayısıyla insan yaratılışı itibarıyla hırslı ve cimridir. Bir diğer ayette de “nefsinin cimriliğinden korunmuş kimse...” (Haşr 59/9) denilmek süretiyle cimrilik doğrudan insanın nefsine nisbet edilmiştir. Öyleyse cimrilik insanın yaratılışında ve tabiatında vardır. İbnü”l-Arabi insanın bu özelliğini de varlık ve varoluş anlayışıyla ilişkilendirerek açıklar. Şöyle ki insan, vücüdunu Allah'ın mutlak vücüdundan istifadeyle kazanmıştır. Hal böyle olunca insan henüz varoluş düzeyinde bile verme değil alma, kendisinden faydalanılan değil kendisi istifade eden bir özellikte yaratılmıştır. Dolayısıyla Şeyhü”l-Ekber'e göre kulun hakikati, yaratılışı tasaddukta bulunmayı gerektirmez. İşte sadakanın, zekât vermenin burhân oluşu bu noktada ortaya çıkar. Kul zekâtını verdiğinde, onun bu zekâtı Allah'ın kendisinde yaratmış olduŞu nefsinin cimriliğinden korunmuş olduğuna bir burhândır, açık bir delildir. İşte bu sebeple zekât ya da en genel anlamıyla sadaka bir burhândır.*26
Reklam
İbnül-Arabi'ye göre, eğilip yere kapanarak yüz sürmekten ibaret olan secde, bu anlamda yüksekliğin, yüceliğin karşıtı olduğu için de sürekliliği gerektirir. Zira yükseklik ve yücelik, Allah Teâlâ dışındaki her bir yaratılmış için aslından çıkmaktır. Bu sebeple kula “secde et” denmekle, gerçekte “mevhüm yüksekliğini bırak ve aslına bakıp hakikatini öğrenerek eğil” denilir. Dolayısıyla kulun yüce Rabbi karşısındaki asli âcizliğinin ve düşüklüğünün farkına varma anlamında da secde sürekli olmalıdır. Bu yönüyle de secde, aşagıda bulunan halkın hükümdarını selâmlaması gibidir. Kısaca, Şeyhü”i-Ekber'e göre secde, kulun aslını/kökünü talep edip bilmesidir. Kulun secde etmek süretiyle aslını talep etmesi, gayb olan bizzat kendi ayn'ını aramasıdır.
"Namaz yumurtasından civciv çıkar, yani namazdan manen yararlan; yoksa dane toplayan, bir şey ögrenmemiş kuş gibi, Allah'ın büyüklüğünü düşünmeden yere başını koyup kaldırma."
Her şeyden önce Kur'ân'da ifade edildiği şekliyle namazı “ikâme” etme İbnü”l-Arabi'ye göre onu inşâ etme ve varlığını en tam, en mükemmel bir şekilde ortaya çıkartma anlamına gelir.183 Özellikle inşâ etme anlamından hareketle İbnü”l-Arabi sadece namazı değil, dini inşâ edenin kul oldugunu söyler. Allah'ın insanlar için koyduğu bu hükümlere itaat edip boyun eğen kimse, namazı ikâme etme örneğinde olduğu gibi dini ikâme etmiş, yani ona varlık vermiş, onu varlıkta tutmuş ve inşa etmiş olur. Bu durumda dine taallük eden hükümleri koyan Allah, dini ikâme edip inşâ eden ise insandır. Boyun eğmek insanın fiili olunca bu durumda din, insanın fiili olur.18* Dolayısıyla kul her bir ibâdetiyle aslında dini ayakta tutup inşa etmekte olup sadece namaz değil bütün ibâdetler dini inşâ etme sürecini ifade etmektedir.
Bir diğer açıdan, başın bedenin diğer bütün organlarını yönetmesi anlamında başka bir üstünlüğü vardır ki, o da başın duyulur, akledilir ve manevi bütün güçleri taşıyan ve toplayan bir yer olmasından kaynaklanır. Yine Allah'ın insandaki en şerefli şey olarak yarattığı aklın mahalli de başın en üst tarafıdır. Bu anlamda baş, zâhiri ve bâtıni tüm güçlerin mahallidir ve buradaki her bir gücün de -ki İbnü”l-Arabi bunlarla akıl, fikir, musavvire, muhayyile, hafıza ve vehim gibi güçleri kastediyor olmalıdır- bir diğer güce karşı otoritesi, hükmü, şerefi ve üstünlüğü vardır. Dolayısıyla üstünlük baştaki bütün bu güçler nisbetinde farklılaşmaktadır. İşte tam bu nokta Şeyhü”l-Ekber, başı mesh etmenin manevi hükmünü bütün bu güçlerdeki üstünlük ve izzetle alâkalı olarak şu şekilde beyân eder: “Başın tamamının tevâzu” ve Allah'a boyun eğme duygusuyla meshedilmesi gerekir.” Bu şekilde mesh başın tamamına yayıldığında mezkür her bir gücün kendi üstünlük iddiasıyla ilgili özel bir mesh gerçekleşmiş ve her bir güce has taşkınlığın önü alınmış olur.179
Reklam
Zaten İbnü”l-Arabi'nin başka bir ifadesiyle manevi anlamda ağız temizliği (mazmaza) “Allah'tan başka ilâh yoktur” demek süretiyle, kelime-i tevhidi telâffuz ederek dili ve gönlü şirkten temizlemekten ibarettir. Burada bâtıni temizlik kabilinden zikredilen şeyin haddi zâtında bir söz olması hasebiyle dil ile doğrudan bir irtibat kurulabilmektedir. Kelime-i tevhidi söylemek ile gönlü temizlemek arasındaki irtibatı ise Şeyhü'l-Ekber, bu ifadede dilden çıkan harflerin yanı sıra göğüs boşluğundan çıkan harflerin de (elif-be) bulunuşuna imâda bulunarak açıklamaya çalışır.!6!
İbnü'l-Arabi, bu şekilde nefse taallük eden manevi temizlikten bahsederken seyr u sülük anlayışı doğrultusunda nefste gerçekleşen temizliğin bazı önemli hususlarına da dikkat çeker. Şöyle ki; bu şekilde insanın bâtınında gerçekleşen bu temizlik, nefse ait bazı sıfatlardan bütünüyle uzaklaşıp temizlenmekten değil bu sıfatların kullanım alanlarının (mesârif) temiz tutulmasından ibarettir. Çünkü ona göre nefse ait sıfatlar, ilk yaratılışı itibarıyla nefsin ayrılmaz özellikleri olarak onda yerleşiktir ve ondan ayrılmazlar. Söz gelimi cimrilik, hırs, laf taşımak vb. gibi yerilmiş huylar yaratılış itibarıyla nefse yerleşmiş niteliklerdir ve bunlardan bütünüyle temizlenmek mümkün değildir. Dolayısıyla burada gusül abdestiyle gerçekleşen temizliğin genelliğine ilişkin olarak kendisinden temizlenmemiz emredilen ve yerilen kötülük, bizâtihi o sıfatın kendisiyle değil kullanım yeriyle ilgilidir.!23 Nitekim insan, kendi nefsine yerleşmiş olan hırs sıfatından/huyundan bütünüyle temizlenemez; sadece nefsinde yerleşik olan bu hırs sıfatını, dünya malı ve haramları biriktirme noktasında harcamaktan ve onları bu alanda kullanmaktan temizlenebilir. Öyleyse insan, bu şekilde hırs sıfatını, yerilen bir alanda kullanmaktan uzak durarak bizzat hırs vasıtasıyla da temizlenebilir. Bu ise ilim talep etme, salih amel, iyilik yapma ve mutluluk vesilesi olacak şeyleri toplama noktasındaki hırs ile gerçekleşen temizliktir. Çünkü nefse ait hırs sıfatının bütünüyle yok olması mümkün değildir.
Yeryüzü suyla hayat bulduğu gibi kalpler de su ile sembolize edilen ilimle hayat bulur.
İnsanoğlunun atası Hz. Âdem, teyemmüm bahsinde horluk özelliğiyle sıkça vurgulanan topraktan yaratılmışken Âdemoğulları ise, Kur'ân-ı Kerim'de bu büyüklenme duygusunun yol açtığı hastalığın tedavisi bağlamında insanın ve yaratıldığı şeyin âcizliğine dikkat çekmek için zikredildiği üzere kokuşmuş, “atılan bir sudan” (Târık 86/6) yaratılmıştır. Diğer taraftan “Her kim nefsinin cimriliğinden sakınırsa...” (Haşr 59/9) ayetinde ifade edildiği gibi, insan nefsine doğrudan cimrilik nisbet edilmiştir. Dolayısıyla insan acizlik ve cimrilik özelliğinde yaratılmıştır ve bu nitelikler onun mizacı olmuştur. Bu her iki nitelik de insanın elleriyle ilgili niteliklerdendir. O halde, teyemmümle ilgili ayette (Mâide 9/6) ifade edildiği üzere, yüzün yanı sıra ellerin de temiz toprakla meshedilmesinin bâtıni yorumu her şeyden önce ellerle ilgili bu iki nitelikle alâkalıdır. Dolayısıyla bu şekilde kibir ve büyüklenme iddiasında bulunduğunda, nefsinde zâhiren güç-kudret, cömertlik, ihsân ve kerem gördüğünde, temiz toprakla teyemmüm etmesi emredilerek aslında kula şöyle seslenilir: “Kendisi üzerine yaratıldığın acizlik ve cimrilik özelliklerine bakarak nefsini bu niteliklerden temizle.” İşte insan aslına baktığında, hem zâhiren ve hem de bâtınen toprağa yöneldiğinde nefsi arınır ve iddia kirinden temizlenir.8$
Teyemmüm zâhir itibarıyla toprak, kum, taş ya da kerpiç olsun yer/arz diye isimlendirilen temiz toprak ile ifâ edilir. İbnül-Arabi'ye göre toprak hariç yere nisbetle bütün bu zikredilenler şayet yerden bir şekilde ayrılmış (fâreka) ise o vakit bunlarla teyemmüm gerçekleşmez. Toprağın yerden ayrılmış olması ya da olmaması ise ona göre bir şeyi değiştirmez; şayet temizse toprakla her hâlükârda teyemmüm yapılır. Zira toprakla teyemmüm hakkında nas vardır. Zâhirdeki bu hükme mukabil, İbnü”lArabi bâtınen şu hükmü zikreder: Şayet insanoğlu, toprak olduğunu göz ardı ederse, (nazarı onun toprak olduğu gerçeğinden uzaklaşırsa) ((4reka), bu halden temizlenmesi için; taş, kum, kerpiç gibi yere nisbet edilen diğer şeylerle değil ancak toprakla teyemmüm etmesi gerekir. Çünkü oğulları olduğumuz kişi (Hz. Âdem) topraktan yaratıldığı gibi, toprak yoksunluk, ihtiyaç anlamına gelir ve onun bu nitelikleri de süreklidir. Bu noktada İbnü”l-Arabi birisi yoksullaştığı zaman Arapların, “Adamın eli toprak oldu.” demelerini hatırlatır. Diğer taraftan toprak dört unsur (toprak, su, ateş, hava) içerisinde en aşağıda olandır.89 Her hâlükârda İbnü”l-Arabi, insanın topraktan yaratılışından ve teyemmümün de toprak ile ifâ ediliyor oluşundan hareketle kulun Rabbi karşısındaki aciz, hakir, zelil, fakir ve yoksun oluşunu kısacası mutlak anlamda kul/köle oluşunu sürekli hatırlaması gereğini âdeta teyemmümün manevi boyutuyla aynileştirir.
29 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.