Kur'an'da ve hadislerde sıklıkla geçen "bilim veya ilim" sözcüğünün bütünüyle pozitif bilimleri kapsadığını söylemek elbette zordur. Ancak söz konusu ayet ve hadislerin araştırmayı, sorgulamayı, kısaca hakikatin peşine düşülmesinin gerekliliğini sürekli telkin ettiği de açıktır.
Dini yaşantının eksiksiz olarak gerçekleşebilmesi için matematik, astronomi ve coğrafya alanlarında bilimsel araştırmaların zorunluluğunu kısa sürede duyumsayan yöneticiler, bu araştırmaların aynı zamanda gün geçtikçe daha geniş bir coğrafyaya yayılan Müslümanların ibadetlerini birlik içinde yapabilmeleri için de zorunlu olduğunu görmüşlerdir. Dolayısıyla bu dönemde dini yaşantının yoğunluğu bilgi elde etme yolundaki çabada bir taassuba yol açmamıştır. Aksine bu dönemde hakikati bulma arayışının aracı olarak görülen bilimsel çalışma veya araştırma gayreti, cehdi veya çabası, bu çabanın kim tarafından gerçekleştirilmiş olduğuna bakmaksızın değerli görülmekteydi ve çabanın sonucunda ortaya konulan bilginin de nerede üretildiği önemsenmiyordu.
Entellektüel kültürün kurucu unsurlarının başında gelen felsefe ve bilimin İslam entelektüel hareketinin uyanış döneminde koşulsuz savunulması ve sahip olunması gereken bir değer olarak kabul edilmesi, dinin bilgiye verdiği değer ile yakından ilişkilidir.
"Nereden gelirse gelsin, isterse bize uzak ve karşıt milletlerden gelsin, gerçeğin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız. Çünkü gerçeği arayan için 'gerçekten' daha değerli bir şey yoktur. O halde gerçeği eksik görmek ve onu söyleyeni ve getireni küçümsemek yakışık almaz. " (El-Kindî)
Bilimin takdir edilmesi: Bu ifade insan zihnine düşen pek çok sorunu ve çözüm önerisini özlü bir şekilde ortaya koymanın yanında, aynı zamanda dünya entelektüel formu içerisinde yer almak diğer bir söylemle çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve hatta onu geçmek isteyen toplumlarının neler yapması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bilim, felsefe ve sanat gibi entelektüel kültürün üç temel ayağı hem halifeler hem de yakın çevresinde bulunanlar tarafından teşvik ediliyor ve onurlandırılıyor, bolca ödüllendiriliyordu.
Eğitimin her aşamasında sanatı, felseyi ve bilimi ortak bir inanç, ortak bir dil ve ortak bir gelenek ile birleştirmeyi başaran İslami uygarlığı, Endülüs'te adeta bu yapının öznesi konumunda bulunan Kurtuba'da en yüksek düzeyine ulaşmıştır.
Doğu İslam dünyasında yetişen filozofların büyük bir çoğunluğunun aksine, Endülüslü düşünürlerin ilgisinin önemli bir kısmını politik bilimlerin oluşturduğu açıkça gözlenmektedir. Onların kafa yordukları temel sorulardan bazıları şunlardır:
Mükemmel devlet nelerden oluşur?
Eğer böyle bir devlet olanaklıysa nasıl gerçekleştirilebilir?
Din ile siyaset arasındaki ilişki nedir?
Haksızlığa uğrayan biri örneğin bir bilgin ne yapmalıdır?
Endülüs'ün İslam felsefesinin diğer bir önemli özelliği de insan aklı ile İlahi Akıl arasında iletişim (ittisal) olduğunu vurgulayan entellektüel mistisizme (gizemcilik) ezici bir ilgi duyulmasıdır.