Hepimiz, başkalarını kendi aynasına yansıdığı kadar görüyordu. Bir insanı ancak bize değdiği yerden tutabiliyorduk.
Bizim aynamıza yansımayan, bize değmeyen yerlerini bilmiyorduk.
Tanrı'nın öfkeli bir vaktinde yarattığı bir cinstik biz,yaptıklarımızın intikamını kendimizden,kendimiz alıyorduk,rüyalarımızla ani hatırlayışlarımızla,pişmanlarımızla kendimizi bıçaklıyor yaralıyor,kanatıyorduk.
Geleceği bilmek ister miydim?
Hayır, geleceği bilmek istemezdim.
Sevinçler kadar acılar da getireceğini daha yaşamadan biliyorum.
Bunların bir sırası olmadığını da...
Neden hayatlarımıza, içlerinde yaralı bir ölü taşıyan yabancılar olarak devam etmek zorunda kaldık? Onları benden, beni onlardan alan neydi?
İki yabancıdan, hangisinin nerede bitip hangisinin nerede başladığı anlaşılmayan tek bir varlık yaratıp, tek bir varlığı parçalayıp ondan iki kederli yabancı çıkartan korkunç büyünün büyücüsü kimdi?
Tanrı bir anlığına yeryüzüne eğilip usulca üfleyerek hafızamızı silseydi ve biz yaşanmış her şeyi unutarak, iki yabancı gibi yeniden karşılaşsaydık ne olurdu?
Birbirimize aldırmadan geçer miydik?
Yaşadıklarımızı bir daha yaşamak için birbirimize doğru bir daha yürür müydük?
Kendimizi , gerçek kimliğimizi , bununla ilgili güçlü sezgilerimizi affedemiyor , unutamamanın öfkesiyle hançerleşerek kendi hapishanemizin duvarları olan ruhumuzu yırtmaya uğraşıyorduk
Bilmiyorum , tanrı kime kızıp kimden intikam almak için bizi böyle yaratmıştı .
Ne gerçeğimizden memnunduk ne de gerçeğimizi de değiştirebiliyorduk.
İnkar etmeye uğraşarak , unutmaya çabalayarak ve imkansız bir kaçış için koşarak kendimize bir hayat inşa ediyorduk .