Kitaplığımda 4 yıl bekledi. İyi ki de beklemiş. İyi ki de böyle, kitaplardan bir türlü zevk alamadığım bir dönemde İki Hayat Arasında'yı okuma isteği içime doğmuş.
Yazarın anlatımı çok güzel, akıcı. Kitabın en sonunu daha en başından tahmin ettim. Ama benim sonum daha toz pembe çizilmişti bu yüzden üzüntü ve buruk mutluluğu iç içe yaşadım. Yazar orijinal olma kaygısıyla farklı arayışlara girmemiş, okuyucunun düşüncelerinin ne yönde olacağını bilerek o yönde yürüyerek hikayeyi anlatmış. Esasen kendi orijinalliğini böyle sağlamış. Anlatımındaki güzellik ve akıcılık da buradan geliyor.
Yazar neden Sabine'in bu şekilde yaşadığına bir açıklık getirmemiş. Belki kendi açıklaması da yoktu; zira okuyucuya vermek istediği o açıklama değildi. İsteyen sadece hikayeden keyif alabilir, isteyen detaylarda düşünecek noktalar bulabilir. Ben ikisini de keyifle yaptım.
Son olarak; kitabın kütüphaneme eklendiği yıl birebir olmasa da bu temada çok popüler ve dünyada olumsuz tepki çekse de ilginç şekilde Türkiye'de çok sevilmiş bir başka kitabı okumuştum. O kitaba yaptığım hissettiklerimin yanında fazlasıyla hafif kalan yorumumun sonunda, "...gerçek bir yazarın elinde bu konu bir şaheser olabilirdi." demiştim. Jessica Shirvington bu söylememi destekledi.