Mazlum, kudrete değil hüccete sığınan insandır. Şiddet ve dehşete bel bağlayanlar, insan tabiatının sadece nefretine maruz kalırlar. İslam'ı sahneden kovmak niyetinde olanların istedikleri de budur.
Kur'an'ın öğrettiği cihat bir hüccet savaşıdır; kudret savaşı değil. Emevi saltanat dinciliği, cihadı bir hücret savaşı olmaktan çıkarıp kudret savaşına dönüştürdü. Sonra bir zaman geldi ki hüccete öncelik ve öncülük tanıyanlar kudretin cihadıyla böbürlenenleri yerle bir ettiler. Bu yerle bir olma hali hali devam ediyor. Çünkü müslümanların elinde henüz hüccet üstünlüğü, yok petrol ve şiddet hüccet üstünlüğü değildir.
Gerçek şu ki, Kur'an mesajını Arapça'nın üstünlüğü şekline dönüştürmek ve Allah'a kulluğu Arapça bilmeye bağlamak, akla ve dine temelden aykırı olduğu gibi, Müslümanlara da ihanettir.
İslam fıkıh tarihinde de Kur'an'ın başka bir dile yapılmış tercümesiyle namaz kılınabileceğini, ezanın başka bir dile tercüme edilerek okunabileceğini söyleyen ve bunu din adına fetvaya bağlayan ilk fakih, yine İmamı Azam'dır.
Gözden kaçırılan veya halktan saklanan işte burasıdır. Yani Kur'an peygambere Kur'an hakkında istediği gibi yorum yapma yetkisi vermiyor. Yorum yapılacaktır ve bunu öncelikle peygamber yapacaktır ama bunun nihai sınırları yine Kur'an'la çizilecektir.
Dindarlığın insanlar arası ilişkilerde değer ölçüsü yapılmasına Kur'an'ın son verdiğini biliyoruz. Dinler tarihinin bu en büyük devriminin en hayati belirişi, kavga ve savaşların din gerekçesine dayandırılmasının çökertilmesidir. Dinin ve dindarlığın kavga ve kan sebebi yapılmasının önüne geçmek Asrısaadet nesli için bile mümkün olmamıştır. Kavgaların dine dayandırılmasını önlemede iki çare vardır, üçüncüsü yoktur:
1. Din meselesini peygamberin kotarması
2. Laiklik