Dinsel evrim daha kötüden daha iyiye doğru bir ilerleme değil-
dir. Biz kabile halklarının "ilkel dini"nden bizim gibi insanların "daha yük-
sek dinleri "ne gitmedik. Ben dinsel evrimden söz ederken Cliff Geertz'in en-
dişelendiği sorunun bu olduğunu düşünüyorum; çünkü eski günlerde dinsel
evrim fikri hep o terimlere büründürülmüştü. 34 Dinsel evrim yeni yetenekler ekler, ama bize bu yeteneklerin nasıl kullanılacağı hakkında bir şey söylemez.
Stephen J. Gould'un işaret ettiği gibi, karmaşıklığın yegane iyi olmadığını
anımsamaya değer.35 Basitliğin kendine özgü çekicilikleri vardır. Bazı görece
basit organizmalar milyonlarca yıldır aşağı yukarı aynı form içinde var ol-
muşlardır. Tür karmaşıklaştıkça ömrü kısalır. Bazı örneklerde tür daha kar-
maşık formlara bürünmüş, ama ortadan kalkışlar kitlesel olmuştur. Eskilerde
Homo cinsinin çeşitli türleri vardı; şimdi tek kalmıştır. Günümüze kalan tür,
en son yok olan akrabasının, Neandertallerin ortadan kalkmasından kısmen
sorumlu olabilir. Karmaşıklaştıkça kırılganlaşır. Karmaşıklık termodinami-
ğin ikinci yasasına ters düşer; bütün karmaşık birimler ayrışma eğiliminde
olur ve karmaşık sistemlerin işlemesi gittikçe daha çok enerji gerektirir. Bü-
tün bunlar hakkında 2. Bölüm'de daha çok söyleyeceklerim olacak
Evrimci dilbilimci Derek Bickerton dilin kökeninin off/,i-
ne oluştuğunu ileri sürmüştür.32 Öteki primatların çıkardıkları sesler sözcük-
ler değildir: Buyurucu ses işaretleridir; onları "Tehlike! Avcı!" ya da "Buraya
gel! Yiyecek!" diye tercüme edebiliriz; fakat tehlike ya da avcı yahut yiyecek
için sözcükleri yoktur. Birinde çok korkmuş bir çığlıktan, ötekindeyse sevinç-
li bir seslenişten başka semantik bir içerik bulunmamaktadır; yaklaşan bir avcı ya da ortada yeni bir yiyecek olmadığı durumlarda, offiine olarak avcıların
ya da yiyeceğin mümkün olabilmelerini tartışacak sözcükleri bulunmamakta-
dır. Bizim nasıl dili icat edecek kadar (ki bu, dünyada doğrudan bir müdahale
ya da zorunlu olmadan şeyler hakkında konuşmak demektir) offiine olduğu-
muz sorusuna Bickerton'un kendi yanıtı vardır; fakat şimdilik dil offline orta-
ya çıkarken, bir şeylerin "işlevsel", "uyumsal" olması aklı ürkütüyor.
Oyun, elbette pahalıdır. Oyun oynayan hayvanlar avcıların saldırılarına
açık kalır ve oyun onları yiyecek aramaya katılmaktan alıkoyar. Böylelikle
oyunun işlevleri üstüne birçok teorimiz ortaya çıkıyor -adaleleri işletmek, top-
lumsallığı öğrenmek, öteki oyuncuları alt etmeyi öğrenmek, vb.- ama onun
hayvanların yaptığı başka şeylerde pek görülmeyen salt bir eğlence öğesi içerdi-
ğinden şüphe eden gözlemci pek yoktur. ]ohan Huizinga Homo Ludens, yani
"Oynayan İnsan" diye bir kitap yazmıştır, bundan hala öğrenecek birçok şeyi-
miz var.31 Huizinga oyunun kültürün kökeninde bile bulunduğunu görmüştür
Ayrıca bir de, ancak 1 950'lerde keşfedilen REM (rapid eye movement
/ hızlı göz hareketi) sorunu vardır; rüya görürken uykuda meydana gelir. İn-
san bebekleri buna çok fazla ihtiyaç duyar. Onların uykusunun % 80 kadarı
REM uykusudur, yetişkin insanlarda ise bu % 20 kadar olur. Pekala, rüyalar
niçindir? Bu konuda herhangi bir fikir birliğine denk gelmedim, ama çeşitli
kültürlerde rüyalar çok ciddiye alınmış ve gündelik yaşamı bazen önemli öl-
çüde etkilemişlerdir. REM uykularının öğrenmeyle, anıları pekiştirmekle, önemli anıları öne çıkarıp önemsizleri silmekle ya da yaratıcılıkla ilgisi oldu-
ğu anlaşılıyor. Dolayısıyla, evet işlevleri vardır, ama bu işlevlerin ne olduğu o
kadar belli değildir. Onu hala çok iyi anlamasak da, uyku zorunluluk olduğu
da anlaşılan bir lükstür.
Beni de ilgilendiren konular üstünde çalışan biyologların son zamanlarda yaptıkları yayınları okurken, onların on/ine ve offline bilgisayar dili kullandıkları dikkatimi çekti. Online hemen önümüzde olan, öç alan Darwinci baskıların gündelik yaşam dünyasıdır. On/ine yiyecek arama, savaşma, kaçma, üreme ve bütün yaratıkların sağ kalımı sürdürmek için yapmaları gereken öteki şeylerin dünyasıdır. Offline ise bu baskıların olmadığı ve başka şeylerin işlediği durumdur. Uyku ya da oyun gibi offline şeyler hakkında makale ve kitapların çoğu zaman "Uyku iyi anlaşılmamıştır", ya da " Oyun iyi anlaşılmamıştır, hatta bazıları onun var olmadığını bile savunurlar" diye başladıklarını gördüm. Hiç kimse yiyecek arama tekniklerini tartışmaya böyle bir ayrım yaparak başlamaz. Elbette belirli konulara gelindiğinde, yalın sağ kalım dünyasında bile, bir şeyin iyi anlaşılmadığını söylemek, beni rahatlatacak ölçüde sıradandır. Fakat bütün alanlara uygulandığında, böyle betimlenenler genellikle offline alanlardır.
Teorik kültürün ortaya çıkmasına yol açan evrimci gelişmeler dizisinden çeşitli dünyalar, Geertz'in sözünü ettiği "kültürel sistemler" daha açıklıkla tanımlanmaktadır. Fakat onun mantığına uyarak, biz de bu yeni gelişmelerin, bu yeni yeteneklerin günlük yaşam dünyasıyla ne gibi bir ilişkisi olduğunu sorabiliriz. Gündelik yaşamı Darwinci sağ kalım dünyası olarak görürsek -ki bir ölçüde öyle görmeliyiz- insanlar, çepeçevre açlık ve tehlike içindeyken
ve soylarını sürdürme zorunluluğunu karşılamaları gerekirken, nasıl oluyor da farklı dünyalarda, dans ve mitte, hatta kuramda vakit harcama lüksünü
karşıla ya biliyorlar?
Kastettiğim lüks türünü anlatmak için, insanların estetik alanı, yani
faydacı olmamanın tam yerini nasıl yarattıklarını düşünelim. Bu noktayı
açıklamak için ozan ve eleştirmen Mark Strand'dan bir pasaj aktarayım:
Bizim bir şiirden etkilenmemizi ve onu dokunaklı bulmamızı bilgiden öte
bir şey zorlar. ... Şiir bilimin bize doğru olduğunu söylediği şeyden daha az geçerli olmayan bir şemaya bağlıdır. ... Bir şiir, ötesindelik ve içindelik koşullarının geçerli kılındığı, hayal etmenin öyle olunsa nasıl hissedileceği duygusunu verdiği yerdir. O bize yaşamakla fazla meşgul olduğumuz için sürmekten yoksun kaldığımız yaşamı yaşatır. Daha da paradokslu olarak, bir şiir bizim sanki erişemediğimiz kendimizi yaşamamıza izin verir.
Toplum giderek daha karmaşık hale geldikçe dinler de onu izler, top-
lumsal tabakalar arasında eski kabilelerin temel eşitlikçiliğinin yerine geçen
büyük farkları kendi akıllarınca açıklarlar. Beylikler, sonra da arkaik krallık-
lar, toplumsal sınıflar arasında servet ve iktidar açısından hiyerarşik olarak
giderek büyüyen farkları açıklayabilmek için yeni sembolleştirme ve yerine
getirme biçimlerini gerektirirler. İÖ. binli yıllarda eski dünyanın çeşitli yerle-
rinde, onları ve mimetik temellerini yeniden örgütlerken eski anlatıları sorgulayan, yeni törenler ve mitler yaratırken etik ve ruhsal evrenselcilik adına bü-
tün eski hiyerarşileri eleştiren teorik kültür ortaya çıkmıştır. Bu dönemin kül-
türel coşkusu dinde ve ahlakta yeni gelişmelere yol açarken doğal dünyayı an-
lamakta da benzer bir ilerleme göstermiş, bilimi başlatmıştır. İşte o sebepler-
le bu döneme eksensel diyoruz.
Bundan 100.000 ila 250.000 yıl önce, tam söz dizimli (grama tik) dil gelişti, karmaşık anlatılar olanaklı oldu. Belki tam gelişmiş otobiyografik bellek de gramatik dile ve anlatıya dayanmaktadır ve ancak o zaman ortaya çıkmıştı ya da belki mimetik aşamada geleceği haber verilmekteydi. Donald yeni aşamaya mitik demektedir. Mit, mimetik ritüelin yapabilecekleri açısından yeteneklerini geniş ölçüde arttırır, ama onun yerine geçmez. Bildiğimiz bütün kültürlerin içinde mimetik kültürle karışmış olarak anlatı kültürü vardır.
Donald biyolojiyle kültü-
rün ortak evriminde, insan kültürünün üç aşamasının -mimetik, mitik ve te-
orik (taklitçi, söylencesel ve kuramsal)- aşamaların son bir-iki milyon yıl bo-
yunca nasıl evrildiğini göstermektedir. 28 Evrim süreci, bizim öteki yüksek me-
melilerle paylaştığımız öyküsel (episodic) kültür temelinden başlar; yani bire-
yin
Geertz bir kültürel sistem olarak din için karakteristik olan şeyi ve onu başka katmanlardan neyin ayırdığını, en doğrudan biçimde dinsel töreni (ayini) tartışırken göstermektedir; çünkü ayin yalnızca dinsel inanış değildir, dinsel eylemdir. Geertz, ayini benim daha gelişkin hale getiremeyeceğim bir biçimde özetler:
Dinsel törende yaşandığı haliyle dünya ve tasarlandığı (tahayyül edildiği) haliyle dünya, tek bir simgesel formlar dizisinin aracılığıyla birleşirler ve böylelikle, bir kimsenin gerçekliği kavrayışında benim Santayana'dan aldığım epigrafta değinilen özel dönüşümü yaratan aynı dünya olur... İnsan düzeyinde dinsel inanışın ortaya çıkması, dinsel ibadetin somut edimleri bağlamının dışındadır. ... Bu plastik dramalarda insanlar inançlarını betimlerken onlara erişirler.
Geertz'in değindiği epigraf bölümü ise şudur: "Bir dinin açtığı yollar ve içerdiği gizemler, içinde yaşanacak başka bir dünyadır ve biz er geç ona tümüyle geçmeyi umuyor olsak da olmasak da, 'dini olmak' derken kastettiğimiz şeydir. " (George Santayana, Reason in Religion).
Simgelerin (bilim dahil, insan eylemlerinin birçok alanı için onlarsız
olunmayacağı gibi) din için de temel nitelikte olduğu görüşünde Geertz'le ay-
nı fikirdeyim; bu demektir ki, din ancak dilin ortaya çıkmasıyla olanaklı hale
gelir.19 "Şempanze ruhsallığı" kavramında içerilen dil-öncesi din fikri bana
inanılmaz geliyor; ama
din İnsanlar tarafından kullanılınca genel bir varoluş düzeni açısından anlam taşıyan, güçlü, her şeyin içine işleyici ve uzun süre kalıcı ruh halleri ve güdüleridir
Evrimin bazı biyologların ve birçok beşeri bilimcinin düşündüğünden bir hayli daha karmaşık olduğunu, içinde anlam ve amacın yeri olduğunu, hatta anlam ve amacın da evrildiklerini söylemeye çalışıyorum. Benim evrimde özel olarak ilgilendiğim konu, öykünün önemli bir bölümünü oluşturan yeteneklerin evrimidir: Oksijen yaratma yeteneği; sadece tek hücreli organizmaların ortalıkta gezindiği dönemin üstünden birkaç milyar yıl geçtikten sonra büyük ve karmaşık organizmalar oluşturma yeteneği; endotermi, yani kuşların ve memelilerin aşırı sıcak ya da soğuk ısı derecelerinde sağ kalmalarını mümkün kılan sabit bir vücut ısısını koruma yeteneği; kendi başlarına sağ kalamayacak olan umarsız yavruları ve bebekleri büyütmek için günler ve haftaları, şempanzeler ve diğer kuyruksuz maymunlarda yılları, insanlarda onyılları harcama yeteneği; atom bombaları yapma yeteneği. Evrim bizim bu yeni yetenekleri akılla ya da dürüstçe kullanacağımızın güvencesini vermez. Bu yetenekler onlarla ne yapacağımıza bağlı olarak, bize yardım da edebilir, bizi yıkabilir de.
İnsanlarla bazıları genetik açıdan ilişkili olan, bazılarıysa hayli uzak kalan insan olmayan memeliler ve kuşlar arasında bir dizi süreklilikler vardır; bunları 2. Bölüm'de tartışacağım, ama aralarında zaman zaman başka türlerin üyeleriyle duygudaşlık gösterme, adalet duygusu ve birçok işbirliği biçimleri için bir yetenek vardır .15 Belki birkaç istisna dışında yalnızca memelilerde ve kuşlarda bulunan oyun, göreceğimiz üzere, özellikle önemli bir evrim kalıtıdır. Ama her şey toz pembe değildir; saldırı ve şiddet de evrilir, sonuçta hem insanlar hem de en yakın primat akrabalarımız olan şempanzeler kendi türlerinin öteki üyelerini kasten öldürür.
Odling-Smee ve arkadaşları, organizmaların kendi evrilmeleri için gerekli koşulları nasıl etkinlikle yarattıklarını görmeden bizim evrimi anlayamayacağımızı iddia etmektedir.
Doğal seçilim gerçekten kördür, ama paradokslu bir biçimde amaçlı eyleme yol açar: "Doğal seçilim kör ise, ama konum [niche] yapımı semantik olarak bilinçli ve amaç yönelimli ise, o zaman evrim bütünüyle ereksiz bir süreci, yani doğal seçilimi içermelidir ki, bu da amaçlı organizmaların, yani konum kuran [niche-constructing] organizmaların seçilimidir. Bu en azından doğal seçilim tarafından seçilen konum kurucu organizmalar sağ kalım ve üreme için
işlev gördüğü sürece doğru olmalıdır. " 13 Dolayısıyla, Dawkins'in biyolojik
seçilim biriminin genden ibaret bulunduğu ve organizmanın "atıklıktan kaçırılmış bir sağkalım makinesi" olduğu iddiaları temelinden yanlıştır. Organizma öğrenebiliyor ve öğrenme onun içinde bulunduğu ortamı, dolayısıyla da kendisinden türeyenlerin sağ kalım şanslarını değiştirebiliyorsa, o zaman genleri içerdiği kesin olarak, (Odling-Smee ve arkadaşlarının fenogenotip dedikleri) evrimin "merkez birimi" organizmadır.