Kadın temalı kitapları ayrı seviyorum. Üstelik gerçek yaşamdan esinlenerek yazıldıysa tadı ayrı oluyor. Gerçi yazılan her kitap, zaten bir yerlerde yaşanıyor buna da inanıyorum. Yeryüzündeki kadın sayısı kadar hikaye çıkar hatta her bir kadından onlarcası çıkar diye düşünüyorum.
İrina da, yaşadığı ülkenin saldırıya uğraması sonucunda, yurdunu terk etmek zorunda kalan bir kadın. Tanıklık ettiği anları okurken bile zorlanıyor insan, peki yaşayanlar ne yapsın?
Rusya onun ve ailesi için bir şans gibi görünse de, oradaki çalışma koşullarına dayanmak çok zordu. Kazandığı tüm parayı oğlu ile birlikte Gürcistan 'da olan eşine gönderiyordu. Ne de olsa çalıştığı sabunu fabrikasında ona yemek ve kalacak yer veriyorlardı. Fakat sabah saat 03.00'e kadar çalışıp 3 saat uyuduktan sonra tekrar iş başı yapıyordu. Ayakta durmaktan artık bacaklarında varisler oluşmuştu, iskeleti çıkacak denli zayıflamıştı. Dayanmalıydı. Ama olmadı. Eşi ve oğlunun yanına gidip tam yeni bir düzen kurduk derken, savaş orada da onları buldu.
Hem işsizlik hem de iç savaş, artık yaşamayı, hayatta kalmayı zorlaştırdığı için artık ayrılma vakti gelmişti. O da aynı durumda olan birçok kadın gibi, Türkiye 'ye gelme düşüncesini içine açıkladı ve soluğu ülkede aldı. Daha önceki duyumlarına göre Türkiye'ye gelen kadınlar çok iyi paralar kazanıyorlardı. Eşlerine, çocuklarına hediyeler, paralar getiriyorlardı.
Türkiye 'ye geldikten sonra da hüzün, acı ve haksızlıklarla karşılaştı İrina. Mavi Köşk 'ten sonra ise yaşamının tam bir karmaşa olacağını elbette bilemezdi.