Küllî irâde -lâ teşbih velâ temsil- meselâ şehir cereyânına benzer. O merkezden kesik olsa, kulun odasındaki lâmbayı yakmak için düğmeye basması hiçbir netîce hâsıl etmez. Beşerî irâdenin talebinin gerçekleşebilmesi için ilâhî irâdenin o fiile mutlâk bir sûrette ve evveliyetle inzimâm etmesi gerekir. Bu sebepledir ki, hayır ve şer bütün fiillerde
İslâm'ı dâvâ eden bir kimse aynı zamanda felsefî cereyanları da iyi bilmelidir. Zira İslâm'ın asıl muârızları, eskiden beri birtakım felsefî görüşler olduğu gibi, yeni muârızları yine bazı sapık filozoflardır. Bilhassa "Pozitivizm" ve ondan türemiş "Tarihî Maddecilik", zamanımızın dinsizleri için âdeta bir alâmet-i fârikadır. Bunlar, bilhassa seçkin kimseleri büyük ölçüde dalâlete sürüklemektedir. Bu gibi sapık görüşlere karşı mücehhez olmak, İslâm'ı dâvâ eden herkes için ehemmiyetli bir lâzımedir.
İnsan beyni bu Âlemden aldığı intibalarla düşünmek ve hakikate ulaşmak istîdâdında olduğundan Cenâb-ı Hak, kendi ind-i ilâhiyyesindeki gerçeklerin, bu Âlemde insan kavrayışı seviyesine indirilmiş tezahürlerini halk etmiştir.