Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İslam Topraklarında Otoriter Rejimler

Pierre-Jean Luizard

İslam Topraklarında Otoriter Rejimler Gönderileri

İslam Topraklarında Otoriter Rejimler kitaplarını, İslam Topraklarında Otoriter Rejimler sözleri ve alıntılarını, İslam Topraklarında Otoriter Rejimler yazarlarını, İslam Topraklarında Otoriter Rejimler yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
176 syf.
·
Puan vermedi
Kendisini Kemalist olarak tanımlayan ve laikliğin bir savunucusu olan çoğu okur için, günlerdir bu kitaptan yaptığım alıntıların fazlasıyla sinir bozucu olabildiğini tahmin edebiliyorum. Fakat kitabın önsözünde yazarın şu ifadesini okuduğunuzda en az benim kadar sizin de büyük bir hayrete düşeceğinizi düşünüyorum: “Bu satırların yazarı, laikliğin militan bir savunucusu olmamakla birlikte, kimlik yapısı laiklik tarafından belirlenmiş bir kişidir ve amentüsü de şu cümlede ifadesini bulur: Laiklik her tür demokratikleşmenin ön koşuludur.” Kitabın yazarı Fransız ve laik bir tarihçi. Ortadoğu ve İslam ülkeleri alanında uzmanlaşmış. Kitapta, oldukça geniş bir yelpazeyle laikliğin İslam ülkelerinde nasıl yayıldığı, hangi süreçlerden geçildiği ve tüm bunların sonuçları “tüm çıplaklığıyla” gözler önüne serilmiş. Ve tüm bu anlatılanlardan sonra kitabın sonuç kısmında; laikleşme girişimlerinin İslam topraklarında, parçalanmış toplumlar oluşturmaktan başka bir işe yaramadığı sonucuna varılmış. Fazlasıyla enterasan, okurken epey şaşıracağınız bir araştırma kitabı. Kitabın zayıf yönü ise, kaynakça bölümü bulunmasına rağmen kitabın içinde verilen bilgilerin metin içi alıntılama yöntemi ile hangi kaynaklardan alındığının belirtilmemiş olması. İlgililere keyifli okumalar şimdiden
İslam Topraklarında Otoriter Rejimler
İslam Topraklarında Otoriter RejimlerPierre-Jean Luizard · İstanbul Bilgi Üniversitesi · 20136 okunma
Reklam
Daha modern? Daha az modern? Modernitenin ölçütü nedir ki? Modernite, nesnel bir veri olmaktan çok uzaktır. Modernlik, kendini, sahip olduğu kaba güce dayanarak dayatmıyor mu?
Sayfa 161
Sömürgelerin kurulduğu dönemde bir güç kaynağı olan modernite, emperyalist bir karaktere sahipti. Çünkü neticede, sömürgeleştirme, modern toplumlarla daha az modern toplumlar arasında kaba güçle temas kurulmasından başka bir şey değildi. Daha modern olan, kendi değerlerini daha az modern olana dayatmış daha az modern olanın bütün bağımsız ve içten gelişen modernleşme yollarını kapatmıştır.
Sayfa 160
Laikleştirme girişimleri, İslam topraklarında daha çok, parçalanmış toplumlar üretmeye yaramıştır. Nitekim Irak’ta Komünist Parti ile Baas’ın eylemleri ve aynı zamanda sekülerleştirmiş devletin eylemleri de, birtakım laikleşmiş elitlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur ve bunlar, Türkiye’de olduğu gibi, bugün hızla büyümekte olan dini bir hareketi karşılarında bulmaktadırlar.
Sayfa 160
Şüphesiz ki laiklik, başlangıcında her zaman devlet tarafından gerçekleştirilen bir şeydir ve bu aşamada çoğu zaman otoriter bir nitelik arz eder. Fransa’da Katolik topluluklarının sürgüne gönderilmesi bunun bir örneğidir.
Sayfa 159
Reklam
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişi, ancak Türkiye’nin Türk üniterliği dogmasından vazgeçmesi ve çoğulculuğu kabul etmesi halinde düşünülebilir. Bu ise, Müslüman azınlıkların, özellikle Alevilerin tanınması, İslam ile devletin birbirinden ayrılması, aynı zamanda Kürtlerin hakları, Ermeni soykırımının tanınması vs. anlamına da gelecektir. Ayrıca Türkiye’nin egemenliğinin bir kısmından vazgeçmesi de gerekecektir. Birçokları için böyle bir geleceğin kabustan farkı yoktur. Bunlar için, böyle bir durum, Sevr Anlaşmasının tekrarı ve Türkiye’nin parçalanmasının başlangıcı olacaktır.
Sayfa 153
Silah zoruyla laikleştirme, demokratikleştirme ve yeniden İslamlaşma süreçleriyle otoriter laiklik acaba İslam ülkelerinin kaderi midir? İran’da Pehlevi rejimi liberalleşmeyince, kazanan taraf İslam devrimi oldu. Türkiye’de ise meseleler daha kompleks görünmektedir. Orada, birbirine zıt dinamikler işin içindedir. Bütün bunlar bu ülkenin, her şeye rağmen, Avrupa ile ne kadar ortak noktası varsa, Müslüman dünyasıyla da en az o kadar ortak noktası olduğunu göstermektedir.
Sayfa 151
Yoğun laikleşme döneminde, Kemalizm artık, Osmanlı döneminde olduğu gibi, devlet ile dinin birbirinden ayrılması meselesi üzerine değil, İslam'ın devlet tarafından kontrol ve reforme edilmesi üzerine kuruluydu. Burada da, Emile Combes ile benzerlik açıktır. Ayrıca, Fransa'da 1790 yılında din adamlarını devlet memuru vatandaşlar haline getiren yeni kilise teşkilatlanması (Constitution civile du clergé) veya yine Fransa'da Concordataire rejim denilen ve Hıristiyanlığı bir bakanlığa bağlayan, başına bir idare getiren ve onu bir bütçeye tabi tutup sınırlarını belirleyen sistem de akla gelir.
Sayfa 112
Mustafa Kemal’in dindar biri olmadığına şüphe yoktur. İnancı yoktu ve pozitivist fikirlere yakındı. Ama yine de Mustafa Kemal, İslamı ortadan kaldırmak istemiyordu. Mustafa Kemal, tıpkı papaz Emile Combes gibi, dini gerekli bir şey olarak görüyordu. 1932’de “Dinsiz bir millet yok olmaya mahkumdur” demiştir. Gazi, İslam’ı kökten silip atmaktan ziyade onu modernleştirmeyi düşünüyordu. Zaten İslam’ı silip atmak öyle kolay bir iş değildi. Böylece Kemalizm, dinin temelden reforme edilmesi şeklinde ortaya çıktı.
Sayfa 112
Reklam
Suriye’de Baas, gizli servislerle birlikte, Hafız Esed’in ve daha sonra oğlu Beşar’ın ülkeyi kontrol altında tutmalarını sağlayan yegane araç olmuştur.
Sayfa 94
Türkiye’deki CHP ile Mısır’daki Arap Sosyalist Birliği, Suriye ve Irak’taki Baas, Tunus’taki Yeni Destur ve Cezayir’deki FLN arasındaki benzerlikler çarpıcıdır. Bu partiler yükselmekte olan orta sınıfları ve entellektüelleri özellikle de, pozitivizm ve verim tutkunları olan bilimsel disiplin mezunlarını kendilerine çekmişlerdir.
Sayfa 94
Şey Said, halifeliğin geri getirilmesini ve din karşıtı tedbirlerin kaldırılmasını talep ediyordu. İsyanın bastırılması korkunç oldu: yüzlerce kişi asıldı, köylüler “ibret” olsun diye öldürüldü, köyler haritadan silindi. Ölü sayısı 15.000 olarak tahmin edilmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında kurulmuş olağanüstü hal mahkemeleri olan “İstiklal Mahkemeleri” 1925-26 yıllarında tekrar faaliyete geçti. Bu mahkemeler, 1925-27 yılları arasında 640 kişiyi ölüme gönderdi.
Sayfa 73
Şeyh Said, yeni Türkiye’nin milliyetçilik politikasının bir sonucuydu. Aralarında artık dinsel bağ kalmadığına göre, Kürtler ve Türkler artık birbirlerine başka bir gözle bakıyorlardı.
Sayfa 73
Şeyh Said bir Nakşibendi önderiydi. İsyan, 1925 yılında ülkenin güneydoğusunda çıktı. İsyanda, dinsel tepkiyle Kürtlük duygusu bir araya gelmişti. Özerklikleri konusunda hassas olan Kürtler, merkezi hükümete karşı ayaklanmalar konusunda uzun bir geçmişe sahiplerdi.
Sayfa 73
29 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.